27 Haziran 2012 Çarşamba

Dün Akşam Bunu Okuduk

Çiçek Yayınevi’nin Sevimli Hayvanlar dizisinden ‘Sevimli Kedi’yi..

Kitabın orta kısmında kediden bir oyuncağa basıldığında ses çıkartan bu kitabı Ceylin çok seviyor. Zaten ilk dillenmeye başladığı zamanlarda beri miyav miyav diye taklidini yapıp adını sayıkladığı kedilere karşı özel bir ilgisi var..


-Sevimli Kedi akşam eve döndüğünde annesi sordu:‘İyi Vakit Geçirdin mi?’
-‘Evet, ama çok da yoruldum.’ Dedi Sevimli Kedi ve hemen uykuya daldı…
 Sevimli Kedi uykuya dalıyor ve kitap bitiyor. Biz, üst üste yaklaşık on kere Sevimli Kedi’yi okuyoruz ama benim sevimli kedim hala uykuya dalamıyor, uyuması için şarkı söyleyerek bir süre daha salıncağında sallamam gerekiyor..

25 Haziran 2012 Pazartesi

AŞK YAZ SAVAŞ / Eugenia Fakinou



Maria, evlilikten kaçıp evinden ayrılıp büyülü şehir İskenderiye'ye doğru tek başına yola çıktığında henüz daha on ikisindeydi. Yaşamın kendisine cömert davrandığını söylemek zor. Savaşın çetin koşullarını yaşamış ve sevdiği adamı savaşa kurban vermiş olan yaralı Maria'nın yaşamdaki tüm umudu silinmişken, ortalama bir aşka teslim olup yaşamını kökten değiştirmek cesaretini gösterdiğinde ancak yirmi altısına varmıştı. Savaş sonrası yokluklarıyla, isyanlarla, politik kavgalarla, var olma savaşlarıyla geçen, öğrenme aşkının süslediği, çalışkanlığın yaşanılır kıldığı bir ibret hikâyesi Maria'nınki… Her satırı yaşanmış, her satırı büyülü…

Aşka kucak açmanın ve ona teslim olmanın değil; aşka karşı savaşmanın ve onu kullanmanın, direnmenin, dayanmanın ve yaşamının soluk kesen öyküsü…

" Aşk, Yaz, Savaş keyfiyle okuyucuyu kazanıp insana hayatın ötesinde "laus vitae"yi sunuyor. İyi bir edebiyat eserinin elinizde bulunmasından daha iyi ne olabilir ki?"
V.D. Anagnostopulos
Thessalia Üniversitesi Öğretim Görevlisi

"… Kişisel ve toplu anıların bağlantısından oluşan kurgusundaki Evgenia Fakinu'nun gücü insanı etkiliyor. Sonucunda büyük bir ustalıkla, karakterlerinin değişimini en inandırıcı şekilde belirtme gücüne sahip olaylar yaratmayı başarıyor…"
Yorgos Vaylakis
Diavazo Edebiyat Dergisi, Mart 2004


"…Evgenia Fakinu, her seferinde kurduğu daha basit ancak oldukça net ve duru, sadeliğin kattığı güzelliklerle zenginleşen bir anlatımın içinden çıkarak güçlü duygular yaratan etkileyici sahneler yaratarak dilini daha keyifli hale getirebilecek bir olgunlukla yazıyor."
M.G. Meraklis
Atina Üni. prof.
İ LEKSİ Edebiyat Dergisi, Ağustos 2003


"..kişisel ve toplumsal hafıza ve birikimi, kendi kendini tanıma denizine doğru götüren bir sandal gibi değil mi Evgenia Fakinu'nun romanında belirip kaybolan. Chopen'in piyanoda çalınan "Nocturne"ne benzer bir müzik gibi duyuluyor. Susuyorsun."
Eleftheria Gazetesi, Mayıs 2003

"Bazı insanlar vardır… Büyük bir hareket yapmaksızın şaheserler yaratırlar. Topraklarının tarihi tenine işlemiştir onların ama sessiz kalarak kendi yollarına devam etmişlerdir. Evgenia Fakinu'nun yeni kitabının kahramanı da böylesi bir insan."
Mikela Hartulari
TA NEA Gazetesi, Mayıs 2003                (Arka Kapak Tanıtımından)


Yeni tanıştığım yazar Eugenia Fakinou, tanımadığım bir dünyanın kapılarını araladı bana. Tüm dünya savaşlarla çalkalanırken, Yunanistan'ın, On İki Adanın halklarının savaşa, işgale, yabancı askerlere karşı mücadelelerini okudum onun kaleminden.

Yunanistan'ın Simi adasında bir dağ evinde yaşayan, çobanlık yaparak 5 çocuğunu ve karısını geçindiren fakir bir adamın en akıllı kızı Maria'nın zor şartlara rağmen ilkokulu bitirmek için çabalaması, ailesinin fakirliğinden ve cahilliğinden, evdeki fikir ayrılığı kavgalarından kurtulmak için, kendisini okutma sözü veren bir akrabanın yanına Mısır'a gitmek istemesi...

Ancak olayların hiç de hayal ettiği gibi olmaması, Mısır'daki akrabasının onu okutmak yerine evde hizmetçilik yaptırmasına rağmen yılmaması, çalışırken, bir komşudan Fransızca öğrenmesi, aynı zamanda Mısır'da konuşulan Arapça'yı da konuşmaya çalışması, hizmetçilik yaptığı evden kurtulma mücadelesi.. Şansının da yaver gitmesiyle Fransız görgülü ve zengin bir kadının himayesine girerek, hem genel kültürünü, hem yabancı dillerini geliştirip hem de Hemşirelik mesleğini edinmesi..

Tüm bunlar yaşanırken, ilk aşk, ardından ilk yıkım.. Her şeye rağmen dimdik ayakta durup hayatını sürdürecek parayı kazanma, dostlar edinip mutlu olmaya çalışma, sonra yeni bir aşk,  evlenip çocuk sahibi olarak Yunanistan'a dönme..

Yunanistan'da da süregelen savaş yüzünden, parasızlıkla ve yalnızlıkla girişilen varoluş mücadelesi..

Maria, hayatı kötü gittiği, karşısına aksilikler çıktığı için köşesine çekilip kaderine razı olmaktansa, göğsünü gererek durmaksızın çalışıp, önce kendisini kalkındırıp, sonra ailesini geçindiren bir Eş, bir Anne, bir Vatansever...

Siyasetin, Devlet Politikalarının, savaşların bir halka, insanlığa ettiklerini, zor yıllarda hayatta kalabilme çabasıyla, ömürlerini birbirinden ayrı geçiren aileler ve dostları okudum Fakinou'nun kitabında..

Önce Maria'nın, sonra büyük kızının ağzından anlatılan,  bir ailenin üç kuşağının etrafında Yunanistan'ın geçmişini okumak isteyenlere tavsiyemdir..

Okuryatar'daki Yazım...



KORE DİZİSİ / Heartstrings


Dizi Künyesi

           Adı : 넌 내게 반했어 /
           Alternatif İsimleri : Heartstrings, You've Fallen for Me
           Tür : Romantik, Müzikal
            Yayın Dönemi : 2011 Haziran 29 ile 2011 Agustos 18
            Yönetmen : Pyo Min Soo
Oyuncular : Jung Yong Hwa, Park Shin Hye, Song Chang Ui, So Yi Hyun
Seyrettiğim İlk Kore Dizisini o kadar eğlenerek izledim ki, bir haftada bitti. Koreliler'i, yaşam tarzlarını, yeme -içme, giyim, kuşamlarını bu diziyle öğrendim.. Ve teni güzel, yüzü güzel bu çekik gözlü insanları çok sevdim, izlediğim süre boyunca içlerine karışmak istedim.. Pılımı pırtımı toplayıp Seul'e taşınasım geldi, o derece :)


Güney Kore'nin başkenti Seul'de bir Kültür-Sanat Üniversitesinde okuyan öğrencilerin, okullarının yüzüncü yıl gösterilerine hazırlıkları sürecinde, oyuncu öğrencilerin rol kapma mücadeleleri, okul- öğretmen- öğrenci arasındaki bürokratik kayırmaların insanların hayatlarına etkileri genel konusu altında;  duygusal bir aşk hikayesi yer alıyor.

Üniversitede çağdaş müzik eğitimi alan Lee Shin, okulun en yakışıklı ve popüler öğrencisidir ancak hiç bir kıza yüz vermez, çünkü Okuldaki dans öğretmenine aşıktır. Dans öğretmeni ise öğrenci Lee Shin'i değil, üniversiteden eski sevgilisi, şimdinin okul gösterisinin yönetmenine aşıktır.

Lee Kyu Won, Dedesi meşhur müzisyen Lee Dong Gun'un zorlamasıyla geleneksel müzik bölümünde okuyan, yetenekli, zeki, canayakın, arkadaşları tarafından sevilen ama pek de popüler olmayan bir kızdır. Lee Shin'e karşılıksız bir aşkla bağlanıp çok üzülür, gözyaşları döker ama ileriki zamanlarda Lee Shin de Lee Kyu Won'a aşık olur, şefkatli, masum, duygu dolu bir ilişki yaşamaya başlarlar.. Elde olmayan sebepler ve birbirlerine duydukları güçlü sevginin koruma içgüdüsüyle yolları ayrılır...



Dizi boyunca müzik okulunda okuyan öğrencilerden, müzikal çalışmalarıdan bol bol şarkı dinlemiş olduğumdan, dizinin müziklerini, dolayısıyla Kore Müziğini çok sevdim. Hele dizinin favori şarkısı Lee Shin'den dinlediğimiz ve dizide neşeli, eğlenceli anlarda duyulan şarkıya bayıldım..


Yönetmen Kim'e göz koyduğum bu dizi hiç bitmesin ve Kim Seok Hyeon'un şık tarzını, o tatlı çifti, yaşamlarını hep izleyeyim, müzik gruplarını , şarkılarını hep dinleyeyim istedim..

Çok sevdiğim şarkılardan bir diğeri, Lee Kyu Won'un performans seçmelerinde gözyaşlarıyla söylediği Seni Unutacağım Şarkısı

Lee Kyu Won'un performansın finalinde, baş aktris olmaktan fedekarlık ederek, arka planda seslendirdiği Şarkı

Dizinin sonunda, son sahneler eşliğinde; Lee Shin ile, Kyu Won'un birlikte söyledikleri Şarkı






15 Haziran 2012 Cuma

Cennetin Postacısı / Film



Orginal Adı : Heavens Postman
Yapım : 2009 Güney Kore
Tür : Fantastik, Dram, Romantik
Süre :107 dk
Oyuncular: Kim Jae Jeong / DBSK Hero (Shin Jae Joon), Hyo-Ju Han (Jo Ha Na)
Yönetmen : Lee Yeong-Min



Cennetin Postacısı, yemyeşil bir çayırdaki kırmızı posta kutusunun etrafında  başlıyor. Sevdikleri ölen insanların onlara yazdığı mektupları bıraktıkları bu posta kutusuna her akşam 17.00'de yakışıklı bir genç alıyor. Cennetin Postacısı olan bu genç bir gün, ölen sevgilisine öfke dolu mektuplar yollayan genç kız ile tanışıyor ve ona postalar konusunda yardım etmesi görevini veriyor.

İki genç Cennete yollanan mektupları okuyarak, sevdiklerini kaybeden insanların üzüntülerini giderecek ufak tefek işlere girişirler. Ölmüş babası tarafından, yaptığı işin sevilmediğine inanan bir pop yıldızının mektubu üzerine, şarkıcının fotoğraflarıyla bezeli bir albüm oluşturup, babasına ait olduğunu söylerler. Yıldız şarkıcı da meğer babam benim resimlerimi biriktiriyormuş, aslında işimi beğeniyormuş diyerek sevinir. Bu tür insanları mutlu edecek, eksik kaldığını düşündükleri, söylemek isteyip de söyleyemediklerini, ölen yakınlarının bildiğine dair minik sürprizlar hazırlarlar, sonunda bir gün yakalanırlar ve Cennet Postacısı gitmek zorunda kalır..

Ancak; İki genç de biribirine aşık olmuştur. Filmin başından beri Cennet Postacısının hayalet mi insan mı olduğu tam belli değilken; genç kız Ha Na'nın erkeği görememeye başlaması üzerine, Postacının bir hayalet olduğu, sadece sevdiği öldüğü için yas tutan insanlara göründüğü ortaya çıkar. Ha Na ölen sevgilisini unuttuğu için artık aşık olduğu Shin Jae Joonu göremiyordur. Ve tam sonsuza kadar kaybettiğine inandığı bir anda... ikisinin de beklemediği şeyler olur.

İki dünya arasına sıkışıp kalmış insanları anlatan filmler arasında farklı bir konusu olmasına rağmen biraz ağır ilerleyen bir film. Genç kızın tipini de hareketlerini de başlarda hiç sevmeme rağmen film ilerledikçe kızın, özellikle ağladığı sahnelerde ne denli gerçekçi oynadığını gördüm.

Korelilerin ne kadar güzel ciltlere, yüzlere sahip olduğunu filmdeki insanlardan bir kez daha görmüş oldum. Cennetin postacısı rolündeki çocuğa bayıldım, inanılmaz yakışıklı, çok hüzünlü bir yüzü vardı.. Sırf onu seyretmek için bile olsa, bu film izlenir... 

14 Haziran 2012 Perşembe

Koruyucu Meleğim / Film

Yapım : 2010 / ABD
Tür : Romantik Komedi
Süre: 90 dk
Oyuncular : Alyssa Milano,  Eric Winter, Ivan Sergei, Kristin Booth, Janet Porter, Meghan Heffern.
Yönetmen : Mark Piznarski

Çocukluğunu, 10 yaşına kadar hayali arkadaşı Michael ile geçiren Jane, bütün gün oyun oynadığı, sabahlara kadar sohpet ettiği, komik, akıllı, eğlenceli arakdaşı Michael'i çok sever. Ancak Michael, Jane tam 10 yaşına girdiği gün, artık kendisine de arkadaşlığına da ihtiyacı kalmadığı gerekçesiyle gider.

Aradan geçen 20 yıl sonra, Jane ünlü bir tiyatro, sinema oyucunsuyla evlenmek üzereyken Michael aniden ortaya çıkar. O bir hayal ürünü değildir ve Jane'i evlenmek üzere olduğu adamdan çok daha iyi tanımakta, onu daha çok eğlendirmekte ve mutlu etmektedir.

Jane Michael'e aşık olur ama Michael bu dünyaya ait olmadığını gitmesi gerektiğini söyler. Onu yeniden bırakıp gititği için Jane çok kızar ve ayrılmayı düşündüğü nişanlısıyla evlilik yoluna devam eder ama tam nikah anında, onu sevmediğini ve doğru kişi olmadığını anlayıp, nikahtan kaçar Michael tam gitmek üzereyken ona yetişir.

Mutlu sonla biten bir Newyork filmi.. Eric Winter'in yakışıklılığı filmin en cn alıcı noktasıydı.  Her sahnesinde hayran hayran izledim onu.  En anlamlı ve hoş sahneyse; henüz küçük çocuklarken, masada oturdukları bir anda, Michael'in Jane'e yan tarafına bakarsa kendisinin hayatında gördüğü en güzel kızı görebileceğini söyleyip, Jane'in de başını yanına çevirdiğinde aynadaki yüzünü gördüğü andı. Küçük bir çocuktan beklenmeyecek kadar özel bir jest ve filmin en romantik sahnesiydi.



 


 

13 Haziran 2012 Çarşamba

Devrimden Sonra / Film


Yapım : 2011 Türkiye
Tür : Dram, Politik, Belgesel
Süre : 95 dk
Oyuncular : Mert Fırat, Fırat Tanış, Tanju Tuncel, Şerif Sezer, Levent Ülgen, Serdar Orçin, Aytaç Arman, Altan Gördüm, Ali Uyandıran, Belit Özükan, Selçuk Uluergüven, Metin Coşkun, Ender Yigit, Tuğçe Tanış, Engin Alpateş, Timur Ölkebaş, Erdinç Tok, Renan Bilek, Timur Acar, Ali Çatalbaş, Suna Selen, Bedia Ener, Emin Gürsoy, Orhan Aydın, Aysan Sümercan, Sevtap Özaltun, Murat Vanlı ve Halil Küreş
Yönetmen : Mustafa Kenan



Sosyalist İktidara sahip Türkiye'nin, Adalet görmemiş halkının devrimden sonraki yaşama adapte olma sürecini muhteşem bir dille anlatıyor film. Sosyalist devrimin faydaları Türkiye'de uygulanmaya çalışılsa da, her kesimden halkın bir şok içerisinde olumlu olaylardan dahi korkmasını, iyilikler karşısında şaşırmasını, inanamamasını komik olaylarla gösteriyor. 

Sosyalist Cumhuriyet'in Türk Halkını Nato'nun uşaklığından, patronların sömürüsünden, eşitsizlikten,  kurtarmasını, Sosyalizim karşıtlarının yeni düzene uyum sağlama çabalarını, acı- tatlı olaylarla ekrana yansıtıyor.

Filmde Devrim Hükümetinin Eğitim Bakanının yaptığı konuşmaya hayaran kaldım. O konuşmayı kaydedip şuanki Milli Eğitim Bakanına göndermek lazım diye düşünüyorum. Zenginlerden, parası olanın okuyabilme hakkının elinden alındığı sistemi bir filmde de olsa görebilmeleri için..

Devrimden Sonra'da; Yetkili Polis memuru, hem yazar, hem de Üniversitede Hoca olan çok değerli bir düşünürü öldüren gence:  '18 tane kitap yazan adam öldü, 2 tane kurşun sıkan adam hayatta.Bu nasıl iş? Sen hayatında 18 tane kitap okudun mu acaba?' diye bir soru yöneltiyor... Bence çok önemli bir soruydu bu, Türkiye'nin  acı gerçeğini gözler önüne seren, okumayan gençleri ifade eden. Okuduğum kitapları kitapseverlerle paylaşmak için açtığım bu bloga rağmen bir yerlerde hayatı boyunca kitap okumamış insanlar var . İşte bu soruda o insanlara sorulmuş..

Öyle derin bir soru ki, içinde binlerce gerçeği barındıran..  O soruda cahillik , cahilliğini gizleyemeyen eğitimsiz gençler, bağnazlıktan çıkamayan, kendini vatansever sanıp ülkesinin çıkarının ne olduğunu bile göremeyen gerici zihniyet gizli. Filmdeki en sevdiğim sahne bu konuşmaydı.

Gördüğüm tek olumsuzluk ise, Sosyalizmde elektrik, su, doğalgaz gibi hizmetlerin ücretsiz olduğunu yaşlı bir kadının yaşamını örnekleyerek anlatmak için 15-20 dakika ayırmış olmalarıydı..

Film bittikten sonra ekranda çıkan oyuncuların isimleri de alfabe sıralamasına göre verilmiş. Yani, Sosyalist film başrol gözetmeden eşitliği orada da sağlamış :)

Türkiye siyaseti çerçevesinde çekilmiş filmler arasında konu olarak ilki olduğunu düşündüğüm bu harika Filmin yapımcısı olan Nazım Hikmet Kültür Merkezine kendi adıma, bu harika film için teşekkür ediyorum.


 
(Düşlerdeki, Ütopik Türkiye'yi anlatan bu filmi, Yevgeni İvanoviç Zamyatin'den okuduğum Biz'e benzettim.. Onu da herkese tavsiye ediyorum. Yorumum şurada

12 Haziran 2012 Salı

Uçurtma Avcısı / Film


Ogjinal adı : The Kite Runner
Yapım : 2007 ABD
Tür : Dram, Romantik
Süre : 127 dk
Oyuncular : Khalid Abdalla, Atossa Leoni, Shaun Toub,  Sayed Jafar Masihullah Gharibzada
Yönetmen :Marc Forster


Kitabını çok severek okuduğum bu hikayenin filmini de mutlaka izlemem gerektiği tavsiyeleri üzerine dün akşam tüm işlerimi erteleyerek oturdum, internetten izledim.

Kitaptaki tadı tabiki alamadım. Koskoca hikayeyi 127 dakikaya sığdırmak için okadar çok önemli olayı es geçmişler ki.. Hikayeyi, hikaye yapan, en önemli detayları atlamışlar ve konunun bütünlüğü bozulmuş.

Romanı okurken gözlerimde canlandırdığım Afganistan, Emir, Hassan, Sograb filmdekinden çok daha net ve gerçekçiydi. Ünlü bir yönetmen, Amerikanın imkanları, çekim teknikleri, oyuncular, mekanlar ne yazıkki benim zihnim kadar yaratıcı değildi..

Bu filmi hiç izlememiş olmayı isterdim.. Emir'in kitap boyunca çocukluğunda yaşadığı çelişkiler, güvensizlikler, kişilik arama süreci, korkuları,ümitleri bilinmeden yetişkinlik yıllarındaki ruh halini nasıl anlaşılabilir.

Sohrabı kurtarma sürecinde yaşadığı zorluklar, kitapta birkaç ameliyatla zor kurtulduğu hastane sürecini bir kaç yumruk, göz morarmasıyla anlatmak çok yüzeysel olmuş. Hele ki Sohrap'ın içler acısı, gururu kırılmış, ürkek, psikolojisi bozulmuş halinin sadece sessiz bir çocuk olarak yansıtılması, kitaptaki zavallı çocuğun içindeki derinliğini yansıtamamış.

Okurken beni gözyaşlarına boğan, Sohrab'ın Amerika'ya gitmesini engelleyen zorluklardan korkup yeniden yetimhaneye gidecek olmasının üzüntüsüyle intiharının üzerine; Emir'in pişmanlıklarla kavrulan yüreğiyle Allaha yakarışı, elbette filmde yer almamıştı. Savaş halindeki Afganistan'ın, Taliban'ından kaçıp Amerikaya gitmek çok kolaymış gibi çocukla elini kolunu sallayarak ülkeden çıkıp Amerika havaalanına indikleri bir sahneyi çekmişler.

Her ayrıntı atlanıyor olsa bile, hastane sahnesi, Sohrab'ın kurtuluşu kesinlikle atlanmamalıydı. Kitabın yazarı Khaled Hosseini'nin bu filme nasıl katlandığını merak ediyorum..


11 Haziran 2012 Pazartesi

Av Mevsimi / Film



Yapım : 2010  Türkiye
Tür : Aile, Dram, Polisiye
Süre : 140 dk
Oyuncular : Şener Şen, Cem Yılmaz, Çetin Tekindor, Melisa Sözen, Okan Yalabık
Yönetmen : Yavuz Turgul


Cinayet Masasında Avcı lakaplı Ferman ile Deli lakaplı İdris, baba-oğul kadar yakın iki polistir. Gölde bulunanan kesilmiş bir kol üzerine araştırmaya girişirler. Kolun bir genç kıza ait olduğu tespit edilir. Öldürülen genç kızın sevgilisi, kardeşleri, babası, kocası hepsi zan altındadır, tek tek herkesi eleyip tüm şüpheler kocasını gösterdiğinde olay kilitlenir. Çünkü eş çok güçlü ve zengin bir holding sahibidir, onu sorgulamaları kısıtlanır, üst mevkilerden emniyet müdürlerine bu konuda uyarı gelmiştir.

Karısından ayrı olan İdris'in barışmak için son çaresi de tükenince, gözünü karartıp zengin iş adamı Battal Bey'e silahı çeker ve zorla konuşturmaya, cinayeti itiraf ettirmeye çalışır. O anda içeri giren güvenlik tarafından vurularak öldürülür.

Avcı, çömez yardımcısı Hasan ile ipuçlarını takip ederek sonunda kızı öldürene ve öldürme sebebine ulaşırlar..

Sonuç olarak, bir Canı kurtarmak için, bir sürü can kurban edilmiş olur.. Ve; İnsan hayatlarıyla kendi çıkarları uğruna oynayanlar da kaybeder...

Film çok güzeldi. Türk polisiye filmi olduğunu Türkçe konuşuyor olmasalar anlayamayacağım ölçüde güzeldi... Sanki bir Amerikan, dedektif-polis, gerilim, cinayet filmi gibiydi.. Senaryo harikaydı. Oyuncu kadrosu zaten çok güçlü. Şener Şen'in olması başlı başına filme kaliteli bir ciddiyet katıyorken, son yıllardaki Türk filmlerinin en iyi oyuncularından Çetin Tekindor'un performansı yine muhteşemdi. Her role girip, hepsinde beni etkilyen Çetin Tekindor, sade vatandaş, baba rollerinin dışında zengin bir iş adamı, gaddar bir erkek olarak yine mükemmeldi..

Yalbız ilginç olan şey, katilin kim olduğuna dair tahminlerin filmin daha başından beri aynı kişi olmasın rağmen nedenini ve nasılını anlamak mümkün olmadığından , izleyiciyi pür dikkat seyretmeye devam ettirmesi..
Film başlamadan önce ekranda yer alan sözü, filmin sonlarına yaklaşıldığında katil bulunamayıp olay düğüm olunca Antropoloji mezunu çömez Hasan yineler :

'Cinayet, yerin bütün toprağıyla örtülse; yine de kendini belli eder...' Shekespeare


8 Haziran 2012 Cuma

Dedemin İnsanları / Film


Yapım: 2011 Türkiye
Tür : Aile, Dram
Süre: 120 dk
Oyuncular: Çetin Tekindor, Yiğit Özşener, Gökçe Bahadır, Sacide Taşaner, Hümeyra, Zafer Alagöz
Yönetmen: Çağan Irmak

10 yaşındaki Ozan, yaz tatilinde dedesinin Tuhafiye dükkanında işe başlar. Dedesi Mehmet Bey, Girit'ten çocukluk yıllarında mübadele ile Ege'de bir kasabaya yerleşmiş, kasabalılar tarafından sevilen, saygı duyulan bir beydir. Ancak Ozan'ın arkadaşları dedesi için Gavur diyerek, sürekli Oaan ile alay ettiği için Ozan'da çok sevdiği dedesine karşı tepkilidir ve O'nun şişelerin içine mektuplar koyarak denize bırakmasına sabote ederek, dedesinin bıraktığı şişeleri denizden toplar. Sürekli 'Biz Türküz' diye bağırarak İstiklal Marşı'nı söyler...

Çevresine karşı hırçın bir çocuk olan Ozan'ın etrafındaki insalara kötülük yapmaya başlaması, bile isteye onları kırmaya, incitmeye çalışması ailesini çok üzer ve dedesi ona iyi bir insan olması yönünde öğütler verir. Dede Mehmet Bey'in yllardır içinde yaşattığı memleket hasreti tam son bulup ailecek Girit'e gideceklerken, Türkiye'de ihtilal olur ve tüm izinler iptal edildiği için gezi ertelenir.. Siyasi ortamdan Ozan'ın babası da etkilenir ve Belediye Başkanı yardımcısı olarak çalıştığı görevinden kovulur. Ailece zor günler geçirmektedirler ve bu sıkıntılı dönemde Dede ufak bir rahatsızlık geçirir.

Türkiye'nin siyasi durumu ve kendisininde yaşlılığının vermiş olduğu rahatsızlıklar neticesinde Dede Mehmet Bey bir sabah, denize açılarak intihar eder.. Tüm aile ve kasaba halkı ölümüne çok üzülür ve cenaze töreninden önce belediye başkanını protesto ederler.

O günlerde Girit'ten bir mektup gelir. Dedenin denize attığı şişeler Girit'e ulaşmış ve Mehmet Bey'in çocukluk evinde yaşayan bayan, onları Girit'e eski evlerine davet eder. Zaman geçse de aile sürekli ertelediği Girit gezisine bir türlü çıkamaz..

Yıllar sonra Ozan büyüyüp genç bir delikanlı olunca Girit'e dedesinin evine gider, dedesinin çocukluk fotorğaflarını bulur, anılarını yad eder ve o da bir şişeyi Girit'ten sulara bırakarak dedesine selam olsun diyerek denize uğurlar...

Çağan Irmağın yaptığı filimlerde olduğu gibi bu filmde de, Türk insanı, Türk kasabası, Türk Aile-yaşam tarzı çok tatlı bir şekilde yansıtılırken Türkiye'nin yaşadığı çalkantılı dönemlere de yer verilmiş. Filmdeki karakterler öyle bizden, öylesine bizim insanımız ki Mehmet Bey'in dediği gibi 'onlar da bizim insanlarımız' dedirten cinsten..

Duygu dolu, bazen komik, bazen hüzünlü sahnelerle, Gitmekle gitmemek arasında kalmış Bir Türk insanın, bir Egeli olan Mehmet Bey'in suyun iki yanına da duyduğu aşkın öyküsünü çok büyük bir zevkle izledim.. Türk Sinemasının unutulmazları arasında harika bir filmdi...


7 Haziran 2012 Perşembe

Kukla / Film


Orginal Adı: The Beaver
Yapım : 2011 ABD
Tür: Aile, Dram, Komedi, Psikolojik
Süre: 91 dk
Oyuncular : Mel Gibson, Jodie Foster, Anton Yelchin, Jennifer Lawrance, Zachary Booth
Yönetmen : Jodie Foster

Walter Black rolündeki Mel Gibson, hem işinde, hem ailesinde sorunlar yaşayan psikolojisi tamamen bozulmuş, bunalımda bir adamdır. Eşiyle kavga edip evi terk ettiği gün arabasında bulduğu kuklayı eline geçirir ve onun ağzından konuşmaya başlar. Bir süre sonra değişmiş olarak evine ve işine geri döner. İşte büyük başarı kazanır, ailesiyle sorunları halletmiş gibidir ama elinde sürekli kunduz kuklası ile gezip hep onun ağzından konuşur. Çevrenin, özellikle medyanın odak noktası olduğu için  akıl sağlığının bozuk olduğu sürekli gündemdedir. Eşi, artık kukladan kurtulması gerektiğini söyler, tartışırlar, sonuç olarak kadın çocukları alıp evini terk eder.

Walter da artık kukladan kurtulmak istemektedir. Ancak hayalinde onu öylesine calandırmıştır ki, onun gerçek olduğuna ve kendisini ele geçirdiğine inanır. Kukladan kurtulmak isteyip başaramayınca, kuklayla birlikte elini keser. Uzun süre hastanede kalır, artık kolunun bir kısmı yoktur. Ama eşi hala ona destek olmaya devam eder. Büyük oğlu da babasına destek olmaya karar verir ve film işler yoluna girecekmiş gibi gözüken bir sahnede aniden bitiverir.

Mel Gibson ve Jodie Foster gibi güçlü isimleri bir arada görünce harika bir film izleyeceğimi sanmıştım. Fakat filmde ikisinin de başarılı oyunculuklarından eser yoktu, hatta ortada ciddi bir rol yok gibiydi. Film başladığından beri koptu kopacak bir olay bekledim. Maalesef o sıçrama hiç olmadı. Afişindeki 'Gerçek bir başyapıt' tümcesinin 'Gerçek bir Fiyasko' olarak değiştirilmesi gerektiğini düşüneceğim kadar 90 dakikayı ayırmaya değmeyecek bir filmdi..

Başka Dilde Aşk / Film


Yapım: 2009 Türkiye
Tür : Aile, Romantik, Dram
Süre: 97 dk
Oyuncular : Mert Fırat, Saadet Işıl Aksoy, Lale Mansur, Emre Karayel
Yönetmen : İlksen Başarır



Çağrı merkezinde çalışan genç kız Zeynep'in, ofisteki müdürüyle biten ilişkisinin ardından ortak bir arkadaşlarının verdiği partide tanıştığı Onur'dan hoşlanmasıyla Aşk ilişkileri başlar.

Onur'un sağır ve dilsiz olduğunu öğrendikten sonra Zeynep'in Ondan uzaklaşmak yerine ona yardımcı olmaya çalışması, O'nu anlamaya ve O'na destek olmaya çalışması, dilsizlerin dilini bile öğrenerek Onur için fedakalarlıklar yapması, biribirleriyle iyi vakit geçirip, eğlenip mutlu oldukları güzel günleri yansıtıyor film.

Onur'un sağır olmasından ötürü bir takım olayları duymayışı nedeniyle olmadık yerlerde aşırı sinirlenip, etrafa saldırması sonucu başlarına gelen olumsuz bir olay nedeniyle ayrılma noktalarına gelmiş olmalarına rağmen, ikisi de güçlü duygularına karşı koyamayıp yeniden bir araya geliyorlar..

Aşkın; emek vermek olduğunu, birisini gerçekten seviyorsan eğer, eksikleriyle, kusurlarıyla kabullenerek sevmek olduğunun çok güzel bir örneği bu film.

Konusunun, aşkı farklı bir açıdan yansıtmasının yanısıra, 8 dalda ödül almış bu filmin karakterlerinin oyucunlukları gerçekten muhteşemdi. Özellikle Mert Fırat, sağır ve dilsiz bir adamı öylesine başarıyla oynamış ki, konuşamayan ve duyamayan bir adamın nasıl hissettiğini, üzüntüsünü, öfkesini, isyanını çok net bir şekilde hissettiriyor.

6 Haziran 2012 Çarşamba

Bir Avuç Deniz / Film


Yapım : 2011 Türkiye
Tür  : Romantik, Dram
Süre : 117 dk
Oyuncular: Engin Altan Düzyatan, Berrak Tüzünataç, Ayda Aksel, Ahu Yağtu, Zeynep  Özder
Yönetmen : Leyla Yılmaz

Yıllarca Amerika'da okuyup sonrada çalışan Mert, İşyerinin Türkiye temsilcisi olarak yurda döner. Arkadaşları ve sevgilisiyle birlikte bir tekne tatiline çıkarlar... Tekneye İstanbul'un seçkin ailelerinden birinin çılgın kızı Deniz de katılır. Deniz'in aklına eseni yapan, pervasızca konuşan, özgürlükçü hali Mert'i etkiler ve sevgilisine rağmen o gece Deniz ile birlikte olur. Sevgilisiyle evlenme kararı almış ve aynı evde yaşıyor olmalarına rağmen Mert, Deniz ile ilişkisini sürdürür. Nihayetinde evlenmekten vazgeçip sevgilisi Dilek'ten ayrılır ve Deniz ile birlikte yaşamaya başlar.

Çocukluğundan beri ailesi, özellikle de annesi tarafından yönetilip, onların tercihlerine göre yaşayan Mert, Deniz'in özgürlükçü karakterinden etkilenip hayatını daha farklı yaşamaya başlar ama hem iş, hem aile, hem arkadaşlık ilişkileri sekteye uğrar, ayrıca mutlu da olamıyordur. Deniz ile ayrılmaya karar verir ancak Deniz'in intihar etme teşebbüsüyle yeniden barışırlar ve kötü, kavgalı ilişkileri devam eder..

Mert'in annesi Deniz'i sürekli ikaz eder, tam iki sevgili Londra'da yaşamaya karar verdiklerinde, Mert'in annesi Deniz'e eşyalarını toplayıp gitmesi ve oğlunun hayatından çıkması için yalvarır ama Deniz kavga ederek Mert'in Annesini evden kovar.. Ardından Annesi, balkon kenarında ağlayan Deniz'i aşağı iter...

Filmin sonunda Mert'in eski sevgilisiyle barışıp arkadaşlarıyla birlikte yine bir tekne gezisinde olduğu görülür. Ama Mert eski Mert değildir, gözlerinde artık başka bir bakış vardır..

Film, zengin çocuklarının hayatlarındaki tatminsizlikleri, savruluşları, aile baskısıyla yaşamlarını istedikleri gibi yönetememenin sıkıntıları anlatılıyor. Her erkeğin isteyebileceği kadar güzel, akıllı, kültürlü, zengin bir sevgilisi olmasına rağmen mutluluğu yakalayabilmek için tüm bunların yeterli olmadığını net bir şekilde anlatır.

Beni en çok etkileyen olay, Bir annenin çocuğu için, onun mutluluğu için yapamayacağı şeyin olmadığını görmek. Oldukça akıllı, kültürlü naif bir kadının bile oğlu söz konusu olduğunda bir insanı bile öldürebileğini izlemekti. Bir insanın yaşam hakkının elinden alınmasını tasnif ettiğimden değil, sadece bir annenin evladı için her şeyi göze alabilmesiydi beni etikleyen..

Anne oğlunun mutluluğu için bunu yaptığını düşünürken belki de oğlunu sonsuza kadar mutsuz olacağı bir hayata ittiğini bilmiyor, o sadece kendine doğru geleni yapıyordu..



Aşk Tesadüfleri Sever / Film


Yapım: 2010 , 2011 ~ Türkiye
Tür: Dram , Romantik
Süre: 118 dk
Oyuncular: Mehmet Günsür , Belçim Erdoğan , Altan Erkekli , Şebnem Sönmez , Ayda Aksel
Yönetmen: Ömer Faruk Sorak


Tesadüf eseri Ankara'da aynı gün, aynı hastanede  dünyaya gelen iki bebek, yıllar içinde çocukluklarında karşılaşıp  aşık olurlar. Sonra birbirlerini kaybederler ama, çocukluk ve ilk gençlik yıllarında o kadar çok karşılaşılar, yolları öyle çok kesişirki ikisi de farkında değildir.

25 yıl sonra İstanbul'da, fotoğrafçı Özgür'ün çocukken aşık olduğu Deniz'in fotoğrafını sergisine eklemesi sayesinde tanışır aşık olurlar ve çocukluk aşkı olduklarını hatırlayıp duygulu anlar geçirirler.

Özgür'ün çocukluğundan beri kalp hastası olması nedeniyle ritim bozukluğuna bağlı fenalaşmaları vardır ve Deniz'in yanına giderken fenalaşıp hastaneye kaldırılır... Gerisi hüzündür..

Filmde en sevdiğim söz, Özgür'ün babasının, oğluna nasihat verirken söylediği; 'Bazen, ilk görüşte bilirsin, o insan senin kaderindir. Bazen bir ömür arasın, bulunmaz..'

Filmdeki 80-90'lı yıllara ait şehir, ev görüntüleri, şarkılar bana çocukluğumu hatırlattı. Filmin müzik seçimleri ayrı bir konu. Tüm müzikler, şarkılar çok iyiydi.

Örneğin, Ankara'da doğum günlerinde gittikleri barda Mehmet Günsur'un söylediği 'Eylül akşamı' şarkısı ikisinin ilişikisini yansıtıyordu, çok duyguluydu..

Filmin sonunda ise Şebnem Ferah'ın söylediği 'Hoşçakal' şarkısı konuyla muhteşem uymuştu. Zaten 'Hoşçakal'la birlikte göz yaşlarına boğuldum...

5 Haziran 2012 Salı

Ye, Dua Et, Sev / Film




Orginal Adı : Eat Pray Love
Yapım:2010-Amerika
Tür:Dram,Romantik
Süre: 133 dk
Yönetmen:Ryan Murphy
Oyuncular:Julia Roberts, James Franco,Javier Bardem,Billy Crudup,  Richard Jenkins


Kitabın, Hindistanda'ki kısmını çok sıkılarak okuduğum bu hikayenin filmini izlemek daha eğlenceli oldu benim için. Genelde okuduğum kitapların filmlerini yetersiz bulur ve içleri boş, hikayenin aslını yeteri kadar yansıtamadıklarını düşünürdüm.

Oysaki bu film güzeldi, çok güzeldi. Onu güzel yapan belki Julia Roberts'ın harika oyunculuğu, belki Javier Bardem'in dayanılmaz yakışıklılığı, belki de İtalya sokaklarında elimde haritayla başıboş, acelesiz dolaşma ve doyasıya yeme isteğimdi.. 

Hindista'da geçirilen zaman, bir Aşramda, bir Guru'ya inanarak, müridi olup karşılıksız yapılan işlerle, yerleri silme, tuvaletleri yıkamalar, meditasyon hiç cazip gelmediğinden, benim için filmin en sıkıcı bölümüydü.. Hindistan'da Liz'in eski eşi Steven ile hayalinde ettiği dans ettiği affetme sahnesi çok etkileyiciydi..

Bali'deki cenneti ve Endonezyalı insanları izlemek, Liz'in Bali'de tanıştığı Filippe'ye adım adım aşık oluşu ve ikisinin de kalıp kırıklarını geride bırakarak birbirlerine teslim olmak istemeleri güzeldi..

Her ne sebeple olursa olsun filmi sevdim.. Çünkü; Mutsuz giden evliliğinden kaçıp sığındığı sevgilisiyle de ilişikisinin tıkandığı bir günde, Sevgilisi David'in kendisine söylediği: 'Mutlu olabilmek için birlikte yaşamalı ve mutsuz olmalıyız.' cümlesi üzerine hayatını yoluna koymak için ve kendini tanımlayabileceği 'kelimeyi', Tanrı'yı aramak için bir yıl sürecek bir seyahate çıkan Liz'in cesaretini sevdim. 1 yıl sürecek bir seyahate çıkan Elizabeth'i... İlk 4 ayı İtalya'da, ikinci dört ayı  Hindistan'da ve üçüncü dört ayı Bali'de geçirmek üzere hayatını, amacını, mutluluğunu ve kendi gerçeğini aramaya çıkan Elizabeth'i.....

Kitapta ve filmde sevdiğim bir cümle oldu:
Çocuk sahibi olmak yüzüne dövme yaptırmak gibidir. Önce, kendini buna adaman gerekir...

4 Haziran 2012 Pazartesi

Gizli Anların Yolcusu / Ayşe KULİN


Yayın evi:  Everest
Yazar : Ayşe Kulin

Çağdaş edebiyatımızın en sevilen yazarlarından Ayşe Kulin, Gizli Anların Yolcusu ile bir kez daha okurlarını şaşırtıcı gerçeklerle yüzleşmeye zorluyor. Bu kitap yerleşik ve düzenli hayatlarımızın nasıl da pamuk ipliğine bağlı olduğunu, bir anda yıkılıp gidebileceğini gösteriyor bize... Acı bir kaza... Bir anda ağızdan kaçan bir söz... Ansızın yayınevine gelen bir dosya... Birbirine dolanmış eşarplar... Bütün bunlar, aykırı bir aşkın başını ve sonunu belirlemeye yeter mi?

Gizli Anların Yolcusu, pek çoğumuzun anlamakta zorlandığı, yargılamakta ısrar ettiği bir aşkın romanı. Ayşe Kulin her zamanki ustalığıyla yaklaşmaya korkulan bir konunun üstüne giderek tabuları yıkmayı deniyor.

Bu romanda sadece aşkı değil, toplumun zorladığı hayatları, harcanmış çocuklukları, kendi içindeki sırlarla en yakınlarını yaralayan ailelerin öykülerini soluk kesen bir tempoyla okuyacaksınız. (Arka Kapak Tanıtımından)

Gizli Anların Yolcusunu okuduğum diğer kitaplarından ayıran, yazarın Tekin Gönenç'in şiirlerinden mısralara, her bölümün başlangıç sayfasında yer vermesi...

Bir çok kitapta, başka yazarların sözlerine, beğendiği şairlerin şiirlerine bazen başlangıçta bölüm başlarında yer verilir. Fakat Ayşe Kulin'in, kitabın baştan sonra Tekin Gönenç şiirlerinden alıntı yapması, güçlü bir kalemin, bir diğer meslekdaşına yapmış olduğu çok büyük bir jest bana göre..

Ayrıca Tekin Gönenç şiiri ile, başlayacak olan bölümün içeriği ile örtüştüğü için çok hoş bir bütünlük sağlanmış oluyor ve okuyacağımız bölümün konusuna dair fikir veriyor...

Gizli Anların Yolcusu, Ayşe Kulin'den okuduğum en iyi Romandı.. O kadar içine çeken , çarpıcı bir konusu, öylesine gerçekçi karaketleri vardı ki; uzansam dokunacakmış gibi oldum tüm bu karakterlere, sanki hayatımda, çevremdelermişcesine tanıdım onları ve bir adım atsam olayların geçtiği yayınevine girecekmişim gibi hissettim...

Hikaye, oğullarını trafik kazasında kaybeden ailenin acılarından ötürü hayatlarının yıpranmışlığıyla başlarken, henüz ilk sayfalarda çok hassas olduğum evladın kederi ile beni derbeder ediyor. Çocuğunu kaybeden bir annenin girdiği bunalımlarda ailesinden, diğer çocuğundan ve eşinden uzaklaşması sonucu, kocasının bir kadınla istemeden girmiş olduğu cinsel münasebettin yarattığı stres, suçluluk duygusu ve yakalanma korkusuyla bütünleşmiş duygusal boşluk, İlhami adlı karakteri daha da büyük bir hataya itiyor. Ve evli-çocuklu-iş sahibi- düzgün giden bir hayatı varken bir erkek ile önce cinsel sonra da duygusal bir ilişkiye başlıyor...,

Kitapta beni en çok şaşırtan şey, İlhami'nin bu tür bir aşkı hiç tatmadığını sık sık söylemesi, hiç bir kadına karşı bu kadar güçlü bir duygu, böylesine bir aşk beslememiş olması, erkek sevgilisine karşı duyduğu aşırı sevgi, şefkat, özlem, istek, arzu,şehvet duyması ve bunlardan hiç pişman olmaması ...

Erkek sevgilisiyle birlikte olabilmek için ailesinden, işinden, en çok kendinden ve büyük oranda parasından fedakarlık yapması, sevgilisine duyduğu kıskançlıkla sürekli hatalara sürüklenmesi, yanlış atılan bir adım, söylenmemesi gereken bir söz ve bulunulmaması gereken bir yer yüzünden tüm gizli anların çorap söküğü gibi ortaya çıkmasıyla çarpıcı bir son..

Okuryatar'daki  Yazım için tıklayınız.



Büyük Mucize / Film


Filmin Orjinal Adı: Big Miracle
Yapım:2012 – ABD
Tür:Dram, Romantik
Süre:123 dakika
Yönetmen:Ken Kwapis
Oyuncular:Drew Barrymore, Kristen Bell, Dermot Mulroney, John Krasinski, Tim Blake Nelson

Gerçek bir olaydan yola çıkarak kurgulanan bir film.. Gri Balina ailesinin Küzey Kutbu, Alaska'da buz kütlesinin altına hapsolması, havanın giderek soğuması, buz kalınlığının giderek artması nedeniyle açık denize kadar suyun altında kalamayacak olan üç balinanın yaşam savaşını tesadüfen farkedip haber yapan bir kameraman sayesinde Amerika ve dünya kamaoyunun ilgisini Alaska'ya çevirip, Grenpeaceli, çevre dostu ve kameraman Adam'ın eski sevgilisi Rachel, dünya petrol devlerinin Alaskada kurmak istediği şirketlere karşı durup, bu şirketin sahibini,  Amerikan Başkanını, Ordu'yu ve  Rusya'yı yardıma çağırır..

Rusya'ya ait buzları kırabilecek güçteki gemi gelene dek, balinalara hava alabilecek delikleri buzda oluşturmak için Alaskalı eskimolar, gazeteciler ve halk hep birlikte mücadele verirler. Bu sırada, Bebek balina soğuğa ve hastalığa dayanamaz ölür, ancak Anne- Baba balinalar, çevre gönüllerinin katkılarıyla hayata tutunup Rus Gemisinin yetişip dev buz dağını kırmasıyla açılan boşluktan açık denize ulaşırlar...


Bir Gün / Film



Orjinal Adı: One Day
Yapım:2011 - ABD
Tür:Dram, Komedi, Romantik,
Süre:108 dakika
Yönetmen:Lone Scherfig
Oyuncular:Anne Hathaway, Jim Sturgess, Romola Garai, Patricia Clarkson


David Nicholls'un Bir Gün kitabını okuyamamıştım ancak filmini izledim. Elbette kitabın verdiği tad başkadır ama filmini izlediğim bir kitabı okumayı tercih etmem. Tercihim okuduğum kitapların filmini de izlemek olur mütemadiyen.

Bir Gün'de;
1988'in 15 Temmuzunda mezuniyet günlerinde tanışan Emma ve Dexter'ın ilişkileri sevgililikten çok arkadaşlığa uygun olduğu için her yıl 15 Temmuzda bir gün mutlaka görüşürler. Bu durum yıllarca sürer , bazen arkadaşıkları sekteye uğrar, bazen cinselliğe uzar,. İkisinin de hayatlarına başka insanlar girer çıkar ve nihayetinde 20 yıl sonra yolları kesişir..

Filmin sonlarında, Melekler Şehrinde Meg Ryan'dan izlediğimiz bisiklet ile giderken kaza geçirme sahnesine yer verildiği için; filmin yıl yıl ilerleyen özgün yapısına uygun düşmediğini düşündüm. Yine de beklenmedik son ve Dexter'ın o sahneden sonraki hali beni ağlatmaya yetti.

Jim Sturgess'ın yakışıklılığın beni bitirdiği filmde, bir insanın hayat boyu elinin uzatsa dokunabileceği bir yerdeyken uzak kaldığı birine, yıllar sonra ulaştığında ve ömrünün sonuna kadar birlikte olacağına inandığında; birdenbire hayatından çıkmasının ani şoku ile sarsılan bir yaşamı izledim...



Bir Kitaplık



Sevdiğim bir kitaplık tasarımı.
Odanın girişindeki boş duvarları ve üst kirişleri değerlendirerek meydana gelen raflar...

1 Haziran 2012 Cuma

Ceylin'in Kitapları / Neşeli Saklambaç Bıcı Bıcı


Pearson Education Yayıncılık’a ait çok sevimli bir kitap.

Sayfalardaki kartondan kapaklar açılınca ortaya çıkan banyo oyuncakları çok komik sesler çıkarıyorlar.


&


&


Ceylin kitabı eline aldır almaz bayıldı. Yere bile oturmadan sayfalarını çevirmeye başladı


Bıcı bıcı yapan çocukları incelerken, en çok ördek ve penguenin seslerini dinlemeyi sevdi, o kadar çok açtı kapattıki kapakları artık, kitap ilk gününde elinde kalacak diye düşündüm. Neyseki oldukça sağlammış..


Foşşş foşşş, vak vak, vrak vrak, vuuu vuuu ile geçirilen keyifli dakikalardan sonra Neşeli Saklambaç Serisinin diğer kitaplarını da almaya karar verdim.