28 Kasım 2012 Çarşamba

Okuryatar'dan Hediye Kitabım

 
                                                                                                                              28 Kasım 2012
 
 
 
Bir köşesinden ekibine dahil olmaktan mutluluk duyduğum Okuryatar'ın düzenlediği Macera Çekilişine yorum bırakmıştım.
 
Kazanan üç şanslı okuyucudan biri de ben oldum ve Günışığı Kitaplığı'nın Türk okuruyla buluşturduğu Christine Nöstlinger'in Andersen Ödüllü kitabı 'Kağıt Uçakla Gizli Gizli Macera'ya sahip oldum...
 
Çekilişi düzenleyen Editörümüz Gaye Hanım'a ve En güzel çocuk kitaplarını minik okuyucula buluşturan Günışığı Kitaplığına çok teşekkür ederim.
 
                                                                                                                                           Sevgiler,
 
                                                                                                                                         Fatma Ölmez
 
 

27 Kasım 2012 Salı

Prag Mezarlığı / Umberto ECO



 
 
 
 
Kitabın orjinali.
 
Dünya çapında ses getiren kitapların, Türkiye baskısına verilen kapak resmini ya da ismi genelde beğenmem. Prag Mezarlığında da orjinal baskının kapak resmini daha çok beğendim. Kitabın duygusunu sokaktaki karanlıktan sisli ışığa uzanan taş parkeli yolda daha iyi hissettirdiğini düşünüyorum..


19. yüzyılda Paris: Komün Günleri; hançer darbeleri; absent dumanları arasında hazırlanan cinayetler; kanalizasyonda yatan cesetler; patlamalar; isyanlar; takma sakallar; sahte noterler; düzmece vasiyetler; satanist örgütler; kara ayinler; cinsellikle pek fazla ilgilenmeyen, hastalarının rüyalarına burnunu sokmamaya kararlı bir Doktor Froïde Torino, Palermo, Paris şehirlerinde dolaşan histerik bir satanist; iki kez ölen bir rahip; masonlara karşı entrikalar kuran Cizvitler; rahipleri kendi bağırsaklarıyla boğan masonlar; çarpık bacaklı raşitik bir Garibaldi; bir sahte belgenin Siyon Bilgelerinin Protokollerine dönüşmesi...

Umberto Eco, 2010 yılında İtalya'da yayımlanır yayımlanmaz çoksatarlar arasına giren romanı Prag Mezarlığı'nda, çok renkli, çok katmanlı, çok kişilikli bir dünya sunuyor bize. Hitler'in Yahudi soykırımının gerekçesini oluşturduğu iddia edilen Siyon Bilgelerinin Protokolleri'nin ortaya çıkışını ele alıyor bu eserde. Dönemin popüler macera romanlarından gazete yazılarına kadar çok sayıda kaynağın bir araya gelmesiyle oluşan protokollerin tarihçesini, o dönemin tefrika romanlarına uygun bir tarzda ve tabii ki her zamanki gibi engin tarih, edebiyat ve popüler kültür bilgisini konuşturarak romanlaştırıyor. Üstelik dönemin kaynaklarından seçilmiş uygun resimlerle. Okurları tam bir karnaval bekliyor!

Yorumum :

Eco'nun yeni bir kitap yazması ve bu kitabın yayınlandığı ilk günden itibaren Vatikan ile Roma Hahamından tepkiler alıp Dünyanın her yerindeki Yahudilerin eleştiri oklarına hedef olması, merakımı büsbütün artırarak Prag Mezarlığı'nı okumaya yöneltti beni...

19. Yüzyıldaki Dünyaya, İtalya'ya, Paris'e, savaşlara, komün günlerine  yer veren kitap esas olarak Gizli Siyon Belgelerini ortaya koyarak antisemitizm eksenli bir hikaye kuruyor. Umberto Eco her nekadar bunun tarih kitabı değil,  bir roman olduğunu vurgulasa da,  daha önce üzerine hiç okumamış olduğum konuları içeren bu değerli kitap benim için,  tarihin güçlü bir edebi dille anlatıldığı belgesel tadındaydı. Çünkü romandaki tek kurgu baş karakter Simone'nin kendisiydi.  Simonini dışında dedesiyle birlikte tüm kahramanlar gerçek hayatta var olmuş tarihi kişilikler ve romanda anlatılan tüm olayları yapmışlar.

Hitler'in yaptığı Yahudi Soykırımına dayanak oluşturduğu dünyaca bilinen Siyon Belgelerini okumak ırkçılığın nasıl da bilinçli kurgulanarak, koskoca Ülkelerin, Milletlerin; zeki ve düzenbaz bir kişi tarafından , tüm bir kitleye düşman haline getirilebildiğini gösterdi bana.

Cizvit Rahiplerden, günahkar Papazlara, Katolik din adamlarına kadar, Sanatist Örgütlerden, Çılgın dini ayinlere, masonlara, kılık değiştiren insanlara, sahte noterlere 19. Yüzyılın tüm karanlık işlerine, Paris'in arka sokaklarında dönen olaylara, parmak izi almanın henüz keşfedilmediği dönemde kolaylıkla işlenen cinayetlerin şehrin altını tamamen kaplayan kanalizasyon sokaklarına terk edişiline kadar birbirinden ilginç öykülere yer veriyor Umberto Eco..

İtalya'da yaşamayıp İtalya Tarihine dair pek bilgi sahibi olmadığım için; önce Torino, Palermo'da başlayarak İtalya İç Savaşlarına genişçe yer verilen kitabın başlarında sıkılmamı İtalyanca bu denli ağır bir kitabı Türkçe'ye çevirirken hiç dipnot kullanmamış çevirmene bağlıyorum...

Prag Mezarlığı, olayların Prag'da geçmemiş olmasına rağmen, Simone Simonini'nin Prag Mezarlıklarının görünümünden etkilenerek kurguladığı; Fransız, ardından da Avrupa Gizli servislerine sattığı Yahudi bir Hahamın ağzından yazılmış dünyaya egemen olacakalarının iddia edildiği 'Prag Mezarlığı Protokolleri' adındaki belgelerdir.

19. Yüzyıl'daki Fransız mutfağının kültürüne, Paris'in restoranlarına ve Fransız yemeklerinin  tariflerine oldukça geniş yer ayıran yazarın; çıktığı andan itibaren iki günde 230.000 satan romanının; ilgilenenlerce okunmasını; bir çırpıda okuyup bitirilen romanlar dışındaki kitapları vakit kaybı olarak gören kimi bestseller okuyucusunun Prag Mezarlığı'na hiç niyet etmemesini söylemek istiyorum..


Altı çizili Cümleler :

*Petit Pont Sokağı'nda üç kuruşa yemek yenen bir yer keşfetmiştim : Halles'deki kasapların çöpe attığı bozuk etler - yağlı kısımları yeşil, yağsız kısımları kararmış olanlar- şafakta toplanıyor, temizleniyor, üzerine bol tuz ve biber ekiliyor, sirkeye yatırılıyor, kırk sekiz saat avlunun dibinde esintiye karşı asılıyor, sonra da müşteriye sunmaya hazır hale geliyordu. Dizanteri garanti, fiyat yaklaşılabilirdi.

*Avluya açılan geniş bir salondan girilen Huchette Sokağındaki Noblot lokantasına takılabiliyordum. Buraya giderken ekmeğini yanında götürmen gerekiyordu. Patroniçe ve kızları Rozbif, peynir, marmelat gibi yiyecekleri hesaplıyor, yanında iki ceviz olan pişmiş armut dağıtıyorlardı. Kasanın arkadasından üzerinde soslu koyun, tavşan, sığır, bezelye püresi ya da mercimek pişen koca bir fırına varılıyordu.  Servis diye bir şey beklenmemeliydi :tabak çatal bulup aşçının önünde sıraya giriliyordu. Birbirlerine çarparak hareket eden konuklar tabaklarını sıkı sıkı tutup koca 'table d'hote'a oturuyorlardı. Et suyuna çorba iki, sığır eti dört paraydı, on kuruşa da dışarıdan ekmek alıyordum; böylece kırk kuruşa karnımı doyuruyordum.

* Ölçüsüzce Dünyaya egemen olma hırsı, Yahudilere ait olmayan bütün zenginliklere sahip olabilme konusunda doymak bilmez bir açgözlülük, Hristiyanlara ve İsa Peygamber'e karşı hınç, Talmud'un dediği gibi her Yahudi'nin serbestçe balık avlayabileceği açık bir göl olarak kabul edilecektir.



Okuryatardaki yazım...
 

23 Kasım 2012 Cuma

Kore'den Çayım geldiiii, Bende bir bayram havasııı :))

 
Çalıştığım Üniversitedeki bir Arkadaşım Çinli bir bayan ile evli. Aslında Çin'de değil Singapur'da yaşıyordu  eşi ve şimdi de sık sık oraya gidip geliyor. Oralarda da Kore ürünleri oldukça kullanımda. Dolayısıyla her gittiğinde Kore'den çaylar, cipsler, yiyecekler getiriyor. Bu sefer payıma çay düştü. Az sayıda da olsa kıymetli :)
 
Koreli Gelin tam bir Kdramakolik, dizi zevklerimiz onunla tamamen uyuyor, hep aynı dizileri izleyip ağlamışız :)

5 Kasım 2012 Pazartesi

You're Beautiful / Kore Dizisi


 
 


Adı: 미남이시네요 / Minami Shineyo
Bilinen Adları: You're Beautiful / He's Beautiful / You're Handsome
Tür: Romantik, Komedi
Bölüm Sayısı: 16
Yayınlandığı Kanal: SBS
Yayın Tarihleri: 07.10.2009 - 26.11.2009
Yayınlandığı Günler: Çarşamba - Perşembe 21:55
 
Dizi oyuncularının Animeleri

 
Kore'nin en ünlü müzik gruplarından A.N.JELL
Zaten 3 popüler üyesi olan gruba, Go Mi Nam sesi çok beğeni aldığı için 4. kişi olarak katılır.
 
Jang Geun Suk / Hwang Tae Kyung
 
Çocukluğundan itibaren yalnız ve sevgisiz büyüyen Hwang Tae Kyung ANJELL grubunun lideridir. Popüleritesi en yüksek üyedir. Havalı, huysuz, inatçı, ters, titiz, gıcık mı gıcık bir tiptir.
 
Dizi başlar başlamaz bu çocuğu görünce saç modeline, göz makyajına, sık sık yaptığı dudak hareketine acayip gıcık olmuştum. Ama dizinin ilerleyen sahnelerinde Go Mi Nam ile aralarında bir iletişim oluşunca yüzünde nadir oluşan gülümsemesine bayıldım. Gözlerini kısarak kocaman güldüğünde 12 yaşında bir çocuk halini alan Hwang Tae Kyung, gülümseyişi ile kalbimi kazandı.



Park Shin Hye / Go Mi Nam -& Go Mi Nyu 
 
İkiz erkek kardeşiyle birlikte bir yetimhanede büyüyen Gemma Rahibe olma yolundadır. Ancak Anjell grubuna girecek olan erkek ikizi bir kaza geçirip de tedavi için yurtdışına gitmek zorunda kalınca ticari anlaşmaları bozulmasın diye, grubun menajeri tarafından saçları kestirilip erkek kılığına sokularak abisi yerine Anjell grubuna sokulur ve Gemma da birlikte yaşayan grup üyeleri ile aynı evde  yaşamaya başlar.

Jung Yong Hwa / Kang Shin Woo
 
Grubun en nazik, en ağırbaşlı insanı. Go Mi Nam'ım bir kız olduğunu daha ilk günden fark eder ve ona yakalanmaması için her zaman yardım eder, arkasında durur. Zaman içinde de Go Mi Nam'a aşık olur. Go Mi Nam bu aşkı kesinlikle fark etmez, çünkü kendisinin kız olduğunu bildiğinden haberi bile  yoktur.
Go Mi Nam'ın kız olduğu grupta ortaya çıktıktan sonra Shin Woo da aşkını ilan eder ancak ne kadar peşinde koşsa ve diller dökse de Go Mi Nam Shin Woo'nun aşkını reddeder..


 
Lee Hong Ki / Jeremy
 
 Müzik grubunun en neşeli, muzip, canlı, afacan, canayakın, sevimli, şirin mi  şirin üyesidir. Go Mi Nam'ın kız olduğunu ortaya çıktığı ana kadar fark etmez.  Fakat Go Mi Nam'ın iyi yürekli, sesiz, sevimli hallerinden o da etkilenir ve sürekli kendisini tokatlar, noluyor diye. Bazen de diğer üyelerle Go Mi Nam arasında duygusal bir ilişki olduğunu hissedip Gay'ler mi diye şüpheye düşer. Kız olduğu aralarında ortaya çıktıktan sonra o da Go Mi Nam'a artık daha yakın davranır . Go Mi Nam'ın Hwang Tae Kyung'a aşık olduğunu öğrendikten sonra da ağlarak aşkını içine gömüp yine eski seceven Jeremy olacağını söyler. O da sonuna kadar Go Mi Nam'ın destekçisi olur.
 
Çok sevimliydi Jeremy, dizide en sevdiğim karakter oydu. Herkesin etrafında olmasını isteyeceği neşeli, eğlenceli parti adamı...
 
                                                                                                                                                                                                   
 
Go Mi Nam'ın Go Mi Nyu Hali.. Erkek kılığından çıkıp kız olmak istediği ilk seferde ve sonraki bir kaç seferde bu peruğu takıp gezmişti.
 
 
Yoo Hee Yi
 
Kore'de Ulusal Peri olarak bilinen, ama bunu tamamen rol olarak yapan popüler bir oyuncu.Hwang Tae Kyung'un şeytan peri diye adlandırdığı dizinin kötüsü. Hwang Tae Kyung'a aşık olduğu için her zaman Go Mi Nam'ın karşısına çıkar ve onu hep yanlış yönlendirir. Go Mi Nam da her ne hikmetse vur ensesine ekmeğini al her şeye tamam der ve gıkını çıkarmaz Yoo Hee Yi'nin tehditleri karşısında. Bu cadı kız olmasa belki de çok daha önce Hwang Tae Kyung ve Go Mi Nam birleşeceklerdi..
 
Kız cadılığının dışında stil sahibi ve Koreli erkeklerin aşık olup peşinde koşturacak kadar güzeldir..
Go Mi Nam erkek kılığında gezdiği müddetçe onun üstüne başına, ayakkabılarına, makyaj malzemelerine iç geçirir.. Yoo Hee Yi de onun kıskandırmak ve üzmek için elinden geleni yapar.
 
 
 
 
 
Kang Shin Woo dizi boyunca Go Mi Nam'ın kafasını bu şekilde okşar, her daim destek olur, aşkını ona farklı hikayelerle başka kişiler üzerinden anlatır ama Go Mi Nam bir türlü anlamaz. Bu anlamamasına, saftirikliğine rağmen gözbebeğidir, herkes ona aşıktır erkek halinde gezmesine rağmen..
Bu kore erkeklerinde saf, azıcık aptal, masum kızlara karşı acayip bi sempati var, nedir bu anlamadım. Her yerde saf bir kız ve peşinde koşan bir sürü erkek oluyor. Go mi Nam dizide kız halindeyken de fazla güzel değildi oysaki gerçek hayattaki fotoğraflarında Park Shin Hye çook güzel, sunuculuk yaptığı gecelerde filan şahane bir kadın oluyor.
 

 
Hwang Tae Kyung Go Mi Nam'a verdiği şarkının klibinde oynarken.
 
Go Mi Nam yeni yeni içindeki duygu patlamalarının aşk olduğunu fark eder. Ama o kadar saftır ki ne yapacağını bilemez, menejarin kendisine öğrettiği gibi  Hwang Tae Kyung'u gördüğünde burnunu parmağıya iter ve bunu gören Hwang Tae Kyung da ona domuz tavşan ismini takar.

 
Her daim suratsız olan Hwang Tae Kyung'un büyük bir üzüntüsü vardır: Annesi. Çocukken bir adam için kendisini terk etmiştir ve hiç sevgi göstermemiştir. Annesinin aşık olduğu adam da Go Mi Nam'ın babasıdır. Bir ara akıllara acaba Hwang Tae Kyung ile Go Mi Nam kardeş mi sorusu gelse de, Annesi  Mo Haw Ran öyle bir şey olmadığını sevgilisinin ikiz çocuklarını sevdiği zamanları anlatarak ifade eder.

Hwang Tae Kyung da Go Mi Nam'dan hoşlandığını fark eder. Onu Shin Woo'dan kıskanır ama kıskandıkça da ters davranamaya devam eder. Bazense duygu patlamalarına engel olamayarak yakınlaşır ve öper..

 
Annesini herkesten gizleyen Hwang Tae Kyung, Go Mi Nam'ın Annesi Mo Haw Ran'ı bilmesine rağmen kendinden saklamasına kızar. Annesinin yanına babası ve kendi annesi hakkındaki gerçekleri öğrenmeye giden Go Mi Nam'ı görünce onun kendisine karşı dürüst olmadığını sanıp annesiyle yakınlaştığını düşünerek kızar ve hayatından çıkmasını söyler. Bundan sonraki günlerde her ikisi de acı çeker ama ikisi de biribirine adım atmaz. Gerçek Go Mi Nam'ın yurtdışından dönüşüyle, yerine geçen kız kardeşi Go Mi Nyu ortalıktan kaybolur ve herkes onu arasa da kimse, takii bir gün ortaya çıkıp da kısa süreliğine yine erkek kardeşinin yerine geçene kadar.
 
O gün Go Mi Nam aşkını içine gömüp Afrika'ya gideceğini anlatır ama Hwang Tae Kyung 'madem gitmeye karar verdin, o zaman ben sana engel olamam ' diyerek Go Mi Nam'ın gitmesine izin verir. Tabii çok pişman olur ve Go Mi Nam'ı bulup gitmesine engel olmaya çalışır.

 
Mutlu son. Kötü son ile biten dizilerden nefret ederim. Bu dizi de mutlu son ile biterek beni memnun etti. Ama bir çok Kore dizisinde olduğu gibi Final bölümü yine vasattı, yetersizdi. Son 10 dakikaya kadar hala Hwang Tae Kyung ne yapacağına karar veremediği için çok çarpıcı bir final sahnesi göremesek de; konserdeki ilk şarkıyı sevgilisine hitaben söyleyip ardından aşkını ilan etmesi ve sahneden inip hayran kalabalığının arasından geçip Go Mi Nyu'ya sarılması oldukça romantikti. Fakat orada bitmeliydi. Sonraki balkon sahnesi çok manasızdı. Koreliler çoğu dizide illa bekletirler sevgililerini, BOF'ta da hemen kavuşamamışlardı. Burada da kız Rahibe arkadaşına yardım etmeye gideceğim diye tutturup Afrika yollarına düşüyor. Tabii dönüşte yıldızıyla kavuşacağı kesin olduğu için mutlu ve neşeli bir ayrılış oluyor...
 
 
You’re Beautiful OST11. Hala (As Ever) – Lee Hong Ki
2. Gökyüzünden Aşağı – Oh Won Bin, Miss $
3. Demeden – 9th STREET
4. Güzel Bir Gün – Park Shin Hye
5. Söz (Promise)- Lee Hong Ki feat. Jung Yong Hwa
6. Kalbimim Çağrısı – Kim Dong Wook
7. Demeden – Park Shin Hye
8. Hala (As Ever) – A.N.JELL
9. Söz (Promise)- A.N.JELL
10. Demeden (Ver. Piyano)
11. Hala (Ver. Bossa)

You’re Beautiful OST2
1. Çünkü Aptalım - Park Sang Woo
2. Demeden - Jang Keun Suk
3. Ne Yapmalıyım - Park Da Ye
4. Hoşçakal - Jang Keun Suk
5. Güzel Bir Gün (Acoustic Ver.) - Park Shin Hye
6. Ne Yapmalıyım (Inst.)
7. Hoşçakal (Inst.)
8. Çünkü Aptalım l (Inst.)

Kısaca, You're Beautiful'u sevdim. Çoğu Kore dizisinde olduğu gibi ilk başta konu saçma, oyuncular yapmacık gibi gelse de karakterleri sevdikçe tüm düşüncülerim olumluya döndü. Keşke bir kaç bölüm daha olsaydı da izleseydim keyifle diye düşündüm.

Playfull Kiss gibi özel bölüm, mektup filan hiç bir şey yok mu ya bu dizide acaba? Olsa da izlesek...


 
 

 

4 Kasım 2012 Pazar

Sultanı Öldürmek / Ahmet ÜMİT



Yıllardır aynı kadını bekleyen bir adam.Serhazinlerin son temsilcisi Müştak Serhazin.Şahane bir aşk için harcanmış bir hayat.Ve hayatını Osmanlı tarihine adamış hırslı bir kadın... Başarılarla dolu bir kariyer... Sapında Fatih Sultan Mehmed'in tuğrası bulunan mektup açacağıyla öldürülmüş bir tarih profesörü... Bir aşk cinayeti mi? Yoksa kökleri "Ulu Hakan"ın şüpheli ölümüne uzanan bir entrika mı? Osmanlı devletinin bir imparatorluğa dönüştüğü o zaferler ve ihanetlerle dolu günlere yapılan sıradışı bir yolculuk. Ve bu heyecan verici yolculuk boyunca kulaklardan eksik olmayan o kadim soru: Tarih, geçmişte yaşananlar mıdır, yoksa tarihçilerin anlattıkları mı?

"...Ve Sultan Mehmed Han. Mehmed Han oğlu Murad Han oğlu Fatih Sultan Mehmed Han. İki karanın ve iki denizin hâkimi. Allah'ın yeryüzündeki gölgesi. Kostantiniyye'yi zapt eden padişah. Roma İmparatorluğu'nun doğal varisi, farklı dinlerden, farklı dillerden, farklı ırklardan yepyeni bir millet yaratma aşkıyla yanıp tutuşan kudretli hükümdar. Uçsuz bucaksız ovalarda at koşturan ordular. Kılıç sesleri, savaş naraları, korku çığlıkları. Ardı ardına düşen şehirler, ardı ardına yıkılan devletler, ardı ardına el değiştiren kaleler. Kırk dokuz yaşında dünyaya nam salmış bir hükümdar. Ve değişmez kader. Akşama kavuşan gün. Ecel şerbetini içen insan. Ve Fatih Sultan Mehmed'in şüpheli ölümü. Ve onun iki şehzadesi. İkiye bölünen saray, ikiye bölünen devlet, hiçbir şeyden haberi olmayan bir halk. Ve iki şehzadenin kanlı boğazlaşması sürerken saray odasında unutulan Fatih Sultan Mehmed Han'ın cansız bedeni..."(Arka Kapaktan alıntıdır.)
 
Yorumum:

Ahmet Ümit'in son başyapıtı Sultan'ı Öldürmek'i tüm Ahmet Ümit okurları gibi ben de gözüm yolda bekledim ve bir çırpıda okudum hem Tarih kokan, hem aşkı, hem özlemi, hem yalnızlığı anlatan bu polisiye romanı..

Gençlik aşkına sıkı sıkıya tutunmuş, kendisini terk etmesinin üzerinden 21 yıl geçmiş olmasına rağmen, hayatını o aşkın ekseni etrafında döndüren bir Tarih Profesörü, Serhazin Ailesinin son temsilcisi Müştak Serhazin'in hikayesi bu roman...

"Şahane bir aşk, çoğu zaman harcanmış bir hayat demektir."  diyen ve hayatını Osmanlı tarihine adayıp kariyeri için Amerika'ya giderken kendisini iki satırlık mektupla terk eden sevgilisini unutamamış olmasına hayıflanan Müştak Hoca'nın hikayesi...

Kitap, eski sevgilisinin Türkiye'ye döndüğünde kendisini araması üzerine evine gittiğinde; Nüzhet'i boğazında hançerle ölü bulan Müştak'ın psikojenik füg hastalığı neticesinde, bilinci yerinde olmadan hareket edip sonradan yaptıklarının hiç birini hatırlamamasına istinaden, Nüzhet'in başkasıyla evlenmesi üzerine O'nu boğazından hançerleyerek öldürmeyi sık sık düşündüğü sevgilisini tam hayallerindeki gibi bulduğu için; Nüzhet'i kendisinin öldürdüğünü sanıp etraftaki izleri karartmasıyla ve Ahmet Ümit'in şu cümleleriyle başlar:

"Biri sizi cinayet işlemekle suçladığında deliller bulur, tanıklar gösterir, bunun bir iftira olduğunu kanıtlamaya çalışırsınız, ama sizi itham eden kişi, bizzat kendinizseniz, ne yaparsınız?"
 
Kitap, olayın Aşk cinayeti mi, yoksa Nüzhet'in son akademik çalışması Osmanlı Padişahlarında baba katilliği konusunu hazmedemeyen tutkulu Osmanlı sevenlerin entrikası mı? sorusuna cevap arayan  polise yardımcı olmaya çalışan Müştak'ın,  zihninde etraftaki insanları, akademik dostları ve öğrenciler arasında olduğunu düşündüğü katili aramasıyla, çoğu zaman da kendisinin öldürmüş olduğuna inanmasıyla devam eder...
 
Müştak Serhazin'in başından geçen dört günlük bu tuhaf  serüven süresince Ahmet Ümit ile birlikte İstanbul kıyılarında fetih gezisine çıkmışcasına canlı, İstanbul'un fethini yaşıyormuş gibi detaylı ve heyecanlı bir şekilde olayların içine girip Konstantiniyye'yi zapt eden Ulu Hakan Fatih Sultan Mehmet'i daha yakından tanıdım. Bununla birlikte İstanbul'un fethedilmesi dönemini bir de diğer tarafın gözünden gördüm. Şehirlerinin düştüğüne tanık olan Konstantinapolisliler'in yüzyıllarca süregelmiş inanışlarını üzerine Çemberlitaş Sütununa koşup, gökten bir meleğin inip büyülü bir kılıç uzatarak onların kurtuluşunu sağlayacağını zannetmeleri, ama hiç bir şeyin olmadığını, Ayasofya'ya yeniçerilerin girdiğini gören ve şehirlerinin Osmanlı tarafından ellerinden alınmasını yaşayan halkın duygularını da hissettim...

Sultanı Öldürmek, tür olarak polisiye adıyla anılsa da Ahmet Ümit'in unutulmaz klasikleri, Beyoğlu Rapsodisi ya da İstanbul Hatırası gibi değil.  Polisiyeden daha çok bir Aşk ve Tarih Romanı tadında.. En çok vurgulanan öğe de; çocukluğunu babasının güçlü karakteri altında ezilerek; annesi, teyzesi ve büyükannesiyle büyümüş bir erkek çocuğunun içe dönük ruh halinin, akademik hayatta başarılı olmasına rağmen dışa dönemeyen karakterine etkileriydi.

Altıni Çizdiğim Cümleler :

 "Beni sevenlerimden koruyun, düşmanlarımla nasıl olsa başederim."

"...şehri savunanlara acıma zayıflığı gösterdiğim için kendimden utanarak sonunu getirmeden kapatmıştım kitabın kapağını. Ama kitabın kapağını kapatmak, başlarına geleceklerin korkusuyla titreyen insanların acı dolu çığlıklarını, yalvarışlarını, yakarışlarını silememişti kulaklarımdan."

"Elbette çoğunun adını bile bilmiyordu genç hükümdar, ama çok iyi bildiği bir hakikat vardı; kendi hayatı ve devletin kaderi bu tanımadığı askerlerin ellerindeydi. Bir buçuk asır önce Söğüt'te doğan umut, büyüyerek yerküreyi kaplaaycak mıydı, yoksa kaynağı cılız ırmaklar gibi bu Ortaçağ Kalesinin görkemli surlarının önünde kuruyup gidecek miydi?"

"Aysız gecenin altında karnalık bir heyula gibi yıkılıp üzerine gelen Konstanniyye'ye baktı Mehmed. 'Ey bütün dünyanın arzuladığı şehir, ya ben seni alacağım, ya da sen beni' diye mırıldandı."

"Nefret bazen işe yarar. İnsanı zinde tutar, ayaklarının üzerinde durmasını sağlar, hayata karşı dayanıklı hale getirir."



 
 
 

Kitabın tanıtım filmini izlemekten çok haz aldığım için tüm okurseverlerle paylaşamak istiyorum.

http://www.youtube.com/watch?v=GWodHgeUwx4&feature=player_embedded
 


Ahmet Ümit'in sesinden; Tarih Hocası Müştak Serhazin'in rüyasında Fatih Sultan Mehmet ile konuştuğu sahne.... 
 
 
 

2 Kasım 2012 Cuma

Mutlu Haftasonları


Gümüşçay / Biga
 
 
'Düşmanların mı var? Ne hoş. Bu hayatta bazı konularda karakterli bir duruş sergilemişsin demektir.' Churcill
 
Ne doğru bir söz. Altına imza atmak isteyenler el kaldırsın...
 
Düşmana, kötü göze, çirkin kalplere inat yaşamaya, sevmeye ve sevilmeye devam...