6 Şubat 2015 Cuma

Peki Şimdi Nereye? / Et maintenant on va ou?


Vizyon Tarihi : 6 Temmuz 2012 (1s 50dk)
Yönetmen: Nadine Labaki
Oyuncular: Nadine Labaki, Yvonne Maalouf, Claude Baz Moussawbaa
Tür: Dramatik Komedi
Ülke: Fransa, Lübnan




Doğu'nun Limanları kitabını okurken internetten Lübnan ve Doğu Akdeniz halklarına dair biraz bilgi edinme gereksinimi duymuştum. O şekilde rastladım bu dokunaklı filme. Film, Ortadoğunun en şahsına münhasır ülkelerinden Lübnan'dan. Bu film sayesinde de Lübnan'lı oyuncu, yönetmen Nadine Labaki'yi tanıdım. Bu trajikomik film'de onun elinden çıkma.

Lübnan'da yaşanan iç savaş'ın etklilerinin köylerine bulaşmaması için olağanüstü çabalar gösteren kadınların hikayesi bu 'Peki Şimdi Nereye' filmi.  Köyün kadınlarının Müslüman- Hristiyan gerginliğine son verebilmek için tüm film  boyunca akıllarına gelen her yönetmi denemelerini mizahi bir şekilde sunuyor.

Kadın gözüyle; savaş karşıtı olmanın simgesi olacabilecek bir film 'Peki Şimdi Nereye?'. Yaşadıkları hayatın şartlarını kabullenen ve omuzlarına yüklenen sorumlulukların farkında olan bir grup kadının mücadelesi ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi.

Kadın hangi coğrayada olursa olsun, isterse her prensibi, kuralı deler ve her zorbayı yerinden oynatır.
Net!

Cami ve kilisenin yan yana olduğu köyde herkesin birbirinin inancına saygı duyarak yaşayıp giderken birdenbire anlaşmazlıkların ve sonu kötüye gidebilecek tehlikerin ortadan kaldırılması masum Anne yöntemleri sayesinde gerçekleşiyor. Mizahın içindeki karanlığı gösteren bu masalsı filmde gönlü kocaman annelerin, evlat acısına rağmen halkın geneli için gösterdiği olağanüstü güç takdir edilmeyecek gibi değil. Ayrıca film boyunca ne Hristiyanlığa ne de Müslümanlığa herhangi bir eleştiri yapılmamış olması kimseyi rahatsız etmeyecek güzellikte bir farkındalık.

Filmin soundtrack'indeki her şarkının birbirinden güzel olmasına ve yumuşak Lübnan Arapçası ile söylenen şarkıları bu kadar seveceğimi, hele hele şu şarkıyı gün boyu defalarca dinleyeceğimi bilemezdim.




28 Kasım 2014 Cuma

Karanlık Taraf / La Cara Oculta


2011 -İspanya / Kolombiya 

97 Dak.
Yönetmen: Andres Baiz 
Oyuncular : Clara Lago, Martina Garcia, Quim Gutierrez, Alexandra Stewart, Jose Luis Garcia







İspanyalı bir çift olan Adrian ve Belen, Adrian'ın Kolombiya Flarmoni orkestrasını yönetmesi için 1 yıllık Kolombiya'ya taşınırlar. Her şey çok ggüzel başlamıştır. Ancak Adrian ufak bir çapkınlık yaparak Belen'i çok üzer. Belen de onu terk ettiğini bildiren bir video kaydı bırakarak ortalıktan yok olur.
Başta çok üzülen Adrian daha sonra, gittiği bar'da çalışan Fabiana ile birlikte olmaya başlar ve önceden Belen ile yaşadıkları evde yeni sevgilisi ile yaşamaya devam eder.
Kolombiya'da şahane bir ev kiralayan Adrian, evin eski sırrı hakkında bir şey bilmemektedir. Ev sahibinin sadece Belen ile paylaştığı bu sırrı Fabiana yalnız başına keşfeder. 
Fakat Adrian'a duyduğu bağlılık, kıskançlık Fabiana'nın mantıklı hareket etmesini engeller. Ta ki olayların bittiğine emin olduğu ana kadar. Sonrasında Fabiana'yı tahmin etmediği bir son beklemektedir.
II. Dünya Savaşı sırasında  Kolombiya'da inşa edilmiş evin sahibi Hitler Ordusu Mühendis subayının evde inşa ettiği gizli bir panik odası vardır. Olaylar bu oda çevresinde döner. İhanetin, kimsenin kimseyi gerçekten sevmediğinin hissedildiği aşkın sınırlarının zorlandığı etkileyici bir film.


 


17 Temmuz 2014 Perşembe

NIGHT TRAIN TO LISBON - LİZBON'A GECE TRENİ / Film

 
Yönetmen: Bille August 
Oyuncular: Jeremy İrons, Mélanie Laurent, Jack Huston, Martina Gedeck, August Diehl, Bruno Ganz, Lena Olin, Christopher Lee, Charlotte Rampling
Almanya-İsviçre-Portekiz / 2013
 
İksv'nin yaşamıma kattığı anlamlı bir film. Bu güzel filmin Türkiye'de gösterime girmemesi (Bir kaç salon hariç) gerçekten kayıp. Çok derin bir hikaye, ayrıca Dünya Tarihine kısa da olsa bir bakış, genel kültür açısından bir kazanım.
 
Pascal Mercier´in uluslararası çoksatan romanından uyarlanan Lizbon´a Gece Treni'ni izlemek Ülkeler ve Tarih arasında dolaşan polisiye bir yapbozu çözmek gibi.
 
Film, İsviçre Bern'de yaşayan Klasik Diller Profesörü Raimund Gregorius'ın monoton hayatında sabah okula giderken köprüden atlamak üzere olan bir bayanın hayatını kurtarması ile başlar. Kadını da alıp sınıfına götürür ama kadın kaçar ve Profesör sınıfta unuttuğu mantoyu da alarak kadının arkasından gider. Ancak kadını bulamaz. Fakat mantonun içinde Profesörün oldukça ilgisini çeken bir kitaba rastlar. kitabın içinden de Lizbon'a kalkan bir trenin bileti çıkar. Profesör bileti bayana yetiştirmek üzere İstasyona gider ve kimseyi bulamayınca da trene kendisi biner.
 
 
 
Lizbon'da elindeki kitabı yazan kişiyi bulmak üzere yollara düşer. Yazarın hikayesini araştırdıkça ortaya farklı kimlikler ve yeni karakterler çıkar. Portekiz Diktatörüne karşı çıkan direnişçilere katılan zengin ve ünlü bir hakimin doktor oğludur yazar. Entelektüel, çok okuyan, çok yardım eden, derinliği olan biridir.
Kitap, yazdığı notları bulan ablasının, kardeşinin ölümünden sonra sadece 100 adet bastırması ile oluşmuştur.
Bu kitabı okudukça yazarın güçlü kişiliğinden, hayatı sorgulayan kıymetli düşüncelerinden etkilenen profesör Raimund, yazarın hayatının geri kalanında neler yaşadığını araştırır ve farklı hayatlara dokunur.
Aşkın, arkadaşlığın, sadakatin, politikanın ve bir çok değer yargısının zengince işlendiği, kişiyi okumaya, Portekiz Devrimini araştırmaya iten bir film.
 
Kitabını da mutlaka okuyacağım.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

14 Temmuz 2014 Pazartesi

The Bucket List - Şimdi ya da Asla (Film)


Vizyon Tarihi: 01 Şubat 2008


97 Dak.                

 

 
İzlediğim film, hayatları birbirine oldukça uzak iki insanın yaşamlarının kesişmesini anlatıyor.
 
Milyoner Edward Cole (JACK NICHOLSON) ve araba tamircisi Carter Chambers (MORGAN FREEMAN) kanser hastaları olmaları nedeni ile aynı hastaneye yatarlar. Aslında Edward hastanenin de sahibidir. Kendisine özel oda istemiş olmasına rağmen, hastanesini iki yataklı odalar olarak organize ettiği için; halkın tepki göstermesine engel olmak nedeniyle kendisi de özel odada yatamamaktadır.
 
Ki; bu sayede hayatının en iyi dostluğunu kurabilir. Her ikisinin de altı ay kadar ömrünün kaldığı doktorlarca bildirildikten sonra Carter'ın oluşturduğu ölmeden önce yapılacaklar listesine yeni maddeler de ekleyerek, hayallerini gerçekleştirmeye başlarlar.
 


Üç ay içinde dünyayı gezerler, görmek istedikleri yerleri görüp, yapmak istedikleri çılgınlıkları yaparlar. Bu arada birbirlerini gerçekten tanırlar ve yaşamlarına değer verirler. Carter, Edward'ın konuşmadığı kızı ile barışması için bir mektup yazar ve bunun üzerine Edward tek kızını görmeye gider.
 
Ölmeden önce her ikisi de listedeki maddeleri gerçekleştirirler. Filmin sonunda gerçekleşmemiş tek  madde de ikisi de öldükten sonra yerine gelir.
 
İnsan hayatının çok hızlıca geçip gittiğini yeniden hatırlatan etkileyici bir film. Son sahnelerde boğaza düğümlenen yumrular ile insanın hayallerinden vazgeçmemesi, elinden geleni yapması ama asla ailesiz kalmaması gerçeğini hissettiriyor.
 
 
 
 



                             

12 Kasım 2013 Salı

Gül İREPOĞLU Söyleşisi

Aylaar aylaar sonra Gül İrepoğlu'nun imza günü vesilesiyle dönüyorum bloğa.


Okuduklarımı, izlediklerimi kayıt altına almak amacıyla başlattığım bloğum önce zamansızlıktan sonra da unutulmaktan çook gerisinde kaldı gündemimin.
 
Aylardır ne kitaplar geçti elimden. Her türden okudum yine. Fakat hiç birini iki satır ile kaleme alamadım. Çok fazla film izledim diyemem ya, çok okumaya devam ettim.
Şimdi Blog sayfasına girip de blogger arkadaşların okudukları ve paylaştıklarını görünce içimde bir kıpırtı olmadı değil. Umarım bu tutumumu olumlu davranışa çevirir ve en azından etkilendiğim kitaplara dair yazacak imkan bulabilirim.


Çalıştığım üniversitede Gül İREPOĞLU'nun mimar ve yazar kimliği ile ürettiklerine dair bir söyleşi oldu, ardından da kitaplarını imzaladı.
 
Romanları Gölgemi Bıraktım Lale Bahçelerinde, Cariye, Fiyonklu İstanbul Dürbünü'nün imza alanında satışta olması sayesinde üçünü de aldım. Cariye okuduğum ve kitaplığıma eklediğim bir kitaptı aslında ama bir tane de imzalı olsun diyerekten onu da aldım ve kütüphanem'de Gül İrepoğlu köşesi oldu.
 
Kendisinin yazmış olduğu bir çok bilimsel kitap da mevcut. Tarih sever biri olarak onlardan da edinmeyi düşünüyorum. Osmanlı Saray Mücevheri - Mücevher Üzerinden Tarihi Okumak bunlardan ilki olacak sanırım.
 
 
 

1 Nisan 2013 Pazartesi

Hayalet Şehir / Patrick MCGRATH



 
 
Aslında hiçbir şehir bugün gördüğümüz şehir değildir. Her şehrin, tüm yaşanmışlıklarıyla, geçmişinden bugününe uzanan bir ruhu vardır. Ünlü Amerikalı romancı Patrick McGrath, üç anlatıdan oluşan Hayalet Şehir'de, New York'a ruhunu veren üç dönemden birer öykü anlatıyor.

"Darağacının Kurulduğu Yıl"da, Amerikan Bağımsızlık Savaşı'nda New York'u kuşatan İngilizlere başkaldırdığı için idam edilen bir annenin öyküsü oğlunun gözünden dile getirilir. "Julius" adlı öykü, ticaretin baş döndürücü bir hızla geliştiği 19. yüzyıl New York'unda geçer. Acımasız bir tüccarın oğlunun, babasının kente akın eden göçmenlere karşı önyargıları yüzünden, tutkuyla sevdiği kıza kavuşamayışının hikâyesi anlatılır. "Yıkıntı Alanı" ise bir 11 Eylül öyküsüdür. Dünya Ticaret Merkezi'nin yerle bir edilişinin yarattığı derin travma, bir psikiyatrist ile bir hastayı yüz yüze getirir.

Hayalet Şehir'de, usta yazar McGrath üç afallatıcı hikâyesiyle, New York'un karmaşık tarihinin gözle görülmeyen katmanlarını açığa çıkarıyor. 

Yorumum:

New York şehrinin üç farklı dönemini, üç farklı hikaye ile anlatıyor Hayalet Şehir.

Hikayelerin birinde Amerika ile İngiltere'nin savaştığı , 'Darağacı'nın kurulduğu yıl' denilen zamanda, savaşa giden babasının ölümü sonrası annesi ve iki kadeşi ile harp içindeki New York şehrinde yaşadıkları korku dolu günlerin  yoksulluğu, çaresizliği bir çocuğun gözünden anlatılıyor.  Savaşta Amerika askerlerlerine casusluk yapan annesinin idamının vicdan azabı ve suçluluk duygusunu ömrü boyunca içinde taşıyan bu çocuğun büyüyüp New York'u esir alan salgın bir hastalıktan ölmek üzere olduğu son dakikalarına kadar devam ediyor.

İkinci ve beni en çok etkileyen hikaye ise; Amerika'nın 19. yüzyıl New York'unda geçiyor. Çok zengin bir tüccarın üç kızdan sonra dünyaya gelen oğlunun hayallerindeki erkek evlada benzememesinden ve dünyaya gelirken annesinin ölümüne neden olmasından ötürü hep sert ve acımazsızca davranan bu adamın oğlunun hayatını nasıl mahvettiğinin hikayesidir. Julius adındaki gencin, New York'un en zeginiyken babası ve eniştesinin oyunu yüzünden sevgilisini kaybetmesi üzerine tımarhaneye yatması ve yıllarını orada tüketmesi sonucu ailenin yavaş yavaş çöküşü anlatılır.

Üçüncü hikayede de, hepimizin geçtiğimiz yıllarda şahit olduğumuz bir dönemi ele alıyor. 11 Eylül'de Dünya Ticaret Merkezine yapılan bir saldırı sonucu sevgilisini kaybeden bir fahişenin, içinde taşıdığı pişmanlıklarla boğuşup psikolojisinin bozukluğunu yeni sevgilisiyle paylaşmaya çalışmasını, yeni sevgilinin psikoloğunun gözünden anlatılıyor.





 

12 Mart 2013 Salı

Bora'nın Kitabı

 

Önce gerçeğimi kendime kabul ettirirken yoruldum! Sonra gizlerken... Daha sonra yüzleşirken... Kendim olmaya hakkım olduğunu anladığımda... Kendimle barışırken... Gerçeğimi başkalarına kabul ettirmeye çalışırken... Benim gibi binlerce, on binlerce insanın var olduğunu öğrenirken... Yoruldum!"

Acımasız günlerin gölgesinde geçen çocukluğunun yaralarını sarmak ve geçmişini silmek için İstanbula gelen genç bir adam: Bora. Tar hayatını değiştiren aşkı bulup umudu yeşerdiğinde, geçmişi yeniden karşısına çıkacak ve kendi öyküsünü anlattığı Boranın Kitabı onu bir girdabın içine sürükleyecek.

Gizli Anların Yolcusundan tanıdığımız Boranın hazin öyküsüyle Ayşe Kulin, sadece genç bir adamın kişisel varoluş mücadelesini değil, bu coğrafyanın zorlu koşullarında bir insan, bir âşık, bir birey olabilmenin imkânsızlığını da anlatıyor.

Boranın Kitabı kabuğundan sıyrılmaya ant içmiş insanların büyük mücadelesinin romanı.
 
Yorumum :

Sondan sonrasını herkesin çok merak ederek bitirdiği 'Gizli Anların Yolcusu' nun devamı niteliğinde bir kitap olarak beklediğim Bora'nın Kitabı, bir devam kitabından ziyade olayları diğer kişinin gözüyle görmeme olanak verdi. Bora'nın gözüyle, İlhami'ye olan hayranlığının başlangıcını, ilişkilerinin hissettirdiklerini ve çocukluğunu okudum.
 
Ülkemizin doğusunda, aynı topraklarda yaşadığımız insanların, cahillik, eski kafalı zihniyet nedeniyle maruz kaldıkları hayatlarının zorluğunu, kadınlara yapılan haksızlıkları, para karşılığı evlendirilmelerini, üstlerine kuma getirilmelerini, hayatlarını sadece bir ödev olarak yaşadıkları dünyalarını gördüm. Kadınların kadın, çocukların çocuk olamadıkları o coğrafyadaki zorlu yaşamı içim acıyarak okudum..
 
Törelere, örfe aykırı cinsel terciğine rağmen mücadeleden vazgeçmeyen Bedri'nin, çalışıp okuyarak, tek başına girdiği yaşam mücadelesini başarıya ulaştırıp bir yerlere gelmiş Bora'ya dönüşmesini okudum.
 
Tüm çabalarına rağmen, talihsizlikler sonucu kadere yenik düşen Bora'nın hayalleri, sevgileri ve aşkıyla yaşama veda etmeden önce söylediği, bir ülkede azınlığın payına düşen kader diye nitelendirilebilecek sözleri aklımda, kitabı bitirdim..

"Önce gerçeğimi kendime kabul ettirirken yoruldum! Sonra gizlerken... Daha sonra yüzleşirken... Kendim olmaya hakkım olduğunu anladığımda... Kendimle barışırken... Gerçeğimi başkalarına kabul ettirmeye çalışırken... Benim gibi binlerce, on binlerce insanın var olduğunu öğrenirken... Yoruldum!"