25 Şubat 2013 Pazartesi

Kova Burcu Gecesi / Laurent Botti



Gördüğüm ilk şey: kan. Bütün duvarlara sıçramış, mermer zeminde birikintiler halinde toplanmış, küvetin dibinde birikmiş, bir gölün suyu kadar durgun kan banyonun her noktasını kirletiyordu. En kötüsü de aynalar banyoyu sonsuza büyütüyordu. İnanmayan gözlerle, kızıl tüplerde sonsuza dek uzanan sahneye baktım."

"Sonunda bu sıvı magmanın ortasında cesedi gördüm. Cenin gibi toparlanmış, güzel yüzü katran gibi yapış yapış saçlarının altına gizlenmiş, çıplak, iki aynanın bir açı oluşturduğu köşede yatıyordu."

Le Figaro´nun Stephen King´le Georges Simenon´u tanıştıran romancı dediği Laurent Botti, sislerin ardındaki ilk romanı Siste Ölüm´den sonra Kova Burcu Gecesi´nde aynaların daha da çoğalttığı çiğ ışıkların altındaki korkuyu, vahşeti ve ürpertici sırları dile getiriyor.

Yorumum :
Hikaye dünyaca ünlü Fransız bir mankenin evinde korkunç bir şekilde ölü bulunmasıyla başlar.. Cinayeti araştıran polisin yanı sıra bir de gazeteci vardır. Genç kadının ölümü ve ardındaki sır perdesi, geçmişi öylesi ilginçtir ki Xavier Vidal onun hikayesini yazmak ister ve romanı için de cinayetin soruşturmasının içine girer...
17 Yaşındayken evden kaçan Brigitte'in annesi de 7 yıllık bekleyişin sonunda kızını aramak için kollar sıvar, bir dedektif tutar. Dedektiften edindiği bilgiler ile kızının önce fuhuş batağına sonra uyuşturucuya saplandığını ardından bir Astroloji Tarikatının içine girdiğini öğrenir. Kızını bulmak ve ona ulaşmak için çok zorlu bir tarikat olan Astroloji Merkezinin Bistrol Evine girer. Burası depresyondaki insanların hayatlarını yıldız haritalarına göre tespit edip psikolojik destek sağlayarak onları içlerindeki mutluluğa ulaştıran bir tür klinik gibi görülse de, insanların beyinlerinin yıkandığı ve gerçek olmayanları gerçekler gibi göstererek altüst edilen yaşamları gören Mathilde kızını bu yaşamdan kurtarmak ister. Şüpheleri üstüne çeken Mathilde farklı bir isimle Astrozofi Merkezine sızmış olsa da, büyük bir tehdit altındadır ama kızının neler yaşadığını, neler hissettiğini öğrenebilmek adına tüm riskleri göze alır.
Fakat Mathilde'nin kızı Ambre kendisinin de ne kadar karışık olduğunu bilmediği büyük ve tehlikeli bir çarkın içindedir. Gazeteci Xavier soruşturma çerçevesinde Ambre ile görüştüğünde onun Astrozofinin gurusu Kutizis'in sevgilisi olduğunu bilmeden Ambre'ye karşı bir yakınlık hisseder ve ikisi arasında gözlerden uzak, gerçek bir aşk başlar..
Tarikatların, cinayetlerin, Astrozofinin, burçların, yıldızların yanı sıra, yaşamlarından ve bulundukları yerden mutsuzluk duyan insanların depresyonları, babaları tarafından ensest ilişkiye zorlanan genç kızların dramları ve buna ailelerinin dağılmaması için göz yuman annelerin trajedisine kadar bir çok konu var Kova Burcu Gecesinde...




6 Şubat 2013 Çarşamba

Bir Dilekle Başladı Her Şey / Debbie Macomber


 
 
Dilekler, içtenlikle istenince gerçekleşen hayallerdir...
Hayata yeniden tutunmak için önünde yirmi dilek duruyordu... Kâğıda döktüğü yirmi hayal...
Acı çekmektense geleceğe umutla bakmasını sağlayacak yirmi ihtimal...
Artık bir sonraki güne güzel duygularla başlamak için hazırdı, çünkü gerçekleştirmesi gereken hayalleri vardı. Çünkü hayat her şeye rağmen yaşamaya değerdi...
Hayatınızda çok isteyip de gerçekleştiremediğiniz şeyler mi var?
O halde hemen kâğıdınızı kaleminizi alın ve dilek listenizi hazırlamaya başlayın...

"En katı yürekli okuyucular bile kendilerini bu umut dolu romandaki unutulmaz karakterler için gizlice gözyaşlarını silerken ve kendi dilek listelerini hazırlarken bulacaklar."
Booklist

"Konu özel, unutulmaz bir yer ve onurlu, güçlü karakterler yaratmaya geldiğinde kimse Debbie Macomberdan daha iyi olamaz."
BookPage

"Macomberın kullandığı dil ve olumlu anlatımı sizi sevdiğiniz koltuğunuz kadar rahat ağırlıyor."
Publishers Weekly

"Debbie kalbini kâğıda işlemiş. Sonuç ise muhteşem!"
RT Book Rewiews (Arka Kapak Tanıtımından)

Yorumum :

Orijinal adı "twenty wishes" olsa da Türkçe'ye ' Bir Dilekle Başladı Her Şey' olarak çevrilen Debbie Macomber'ın bir hoş ve boş romanı daha...
 
Çok beğenmemiş olmama rağmen, seri kitaplardan birini okuduysam diğerlerini de okumak zorunda hissetme huyum nedeniyle son kitabı da okudum ve yine aynı tereddütü yaşadım. Tüm bu kitapları yazan acaba Amerika'lı bir yazar mı, yoksa bir ortaokul öğrencisi mi?
 
Kitabın baştan sona olay örgüsü öyle basit bir dille anlatılıyor ki, 15 yaşındaki bir gencin günlük dili gibi. Karakterlerin tüm hareketleri detaylarıyla ağır ağır anlatılarak insanı çileden çıkartıp bir kaç satır atlayarak okuma isteği uyandıracak kadar sıkıcı...
 
Fakat; kitaba adını da veren söz konusu dilekler, fikir olarak hoş. Bir çok insan, günlük hayat içerisindeki koşturmacadan hayallerini unutarak yaşıyor. Kitabın ana konusu; hayatı pek iyi gitmeyen ve hayallerini unutan dört kadının gerçekleştirmek istedikleri 20 dileğini kağıda geçirmesi.. Kağıt üzerindeki dilekler insanın kendine dair farkındalığını arttırıp gerçekleşmelerine bir adım yaklaştırıyor sanki..
 
Hikayede yer alan dört ana karakter de, ne istediklerinden emin olduktan sonra onları gerçekleştirmek üzere atılımlarda bulunuyorlar. Yeniden aşık olmayı dileyen iki kadın aşkı buluyor, bir diğeri eşinin anısına vakıf kuruyor, bir diğeri olan ana karakter Anne Marie de, vefat eden eşinin acısıyla ettiği mücadeleyi kazanıp hayata yeniden tutunuyor ve hayalindekinden farklı bir biçimde olsa da bir evlat sahibi oluyor...
 
Kitap edebi açıdan tatmin etmese de, kişiyi kendi dileklerine dair sorgulatıyor.
Yazarın dediği gibi 'Dilekler, içtenlikle istenince gerçekleşen hayallerdir...' Öyleyse iyimser tutumlarımızı çabalarımızla birleştirirsek dileklerimiz de gerçek olabilir...